Bol dövüşlü casus filmi
1989’da Berlin Duvarı’nın yıkıldığı günlerde geçen “Sarışın Bomba” (Atomic Blonde), bir casus listesi peşinde koşan ajanların öyküsünü anlatıyor. Charlize Theron, filmde usta bir dövüşçü ve aksiyon kahramanı olarak geliyor karşımıza
Bir yönetmenin bir film türünü kendi düşünceleri ya da görsel fantezileriyle yeniden biçimlendirmesi, Jean Luc Godard’la başlar, Sergio Leone’nin spagetti western’leriyle sürer, Quentin Tarantino’yla son şeklini alır. Hikâyeyi türün biçimsel cazibesinin hizmetine veren ilk yönetmenlerden biri Leone’dir. Tarantino “Kill Bill Vol. 1”de bu fikri, kendi fantazyası ve Uzakdoğu dövüş filmleriyle birleştirerek bir başyapıta imza atar. O tarihten bu yana, henüz kimse Tarantino kadar “şahane bir şey” yapabilmiş değil. Ama John Wick serisinde olduğu gibi, hikâyeyi sadece görsel haz üzerinden inşa eden aksiyon ağırlıklı dövüş filmlerinin sayısı artıyor. “Sarışın Bomba” da bunlardan biri...
JOHN WICKHAVASI VAR
“The Coldest City” adlı resimli romandan uyarlanan “Sarışın Bomba”, dövüş türünü Soğuk Savaş dönemi casusluk öyküleriyle birleştiriyor. Filmi, Berlin Duvarı’nı eksen alan bir alt türe dahil etmek mümkün. Berlin, bu filmlerde Soğuk Savaş’ın acımasızlığını temsil eden soğuk ve karanlık bir şehirdir. İstihbarat servisleri yoldan çıkmış; casuslar “sahada” ülkelerinin temsil ettiği ideallerden uzaklaşmıştır. “Sarışın Bomba” işte böyle bir dünyayı resmediyor. Film boyunca hiç dinmeyen şiddet, Soğuk Savaş’ın acımasızlığını yansıtıyor. Gerçek kimliği deşifre edilemeyen “çift taraflı ajanlar”, bu filmlerin vazgeçilmezidir. 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasından önceki günlerde geçen “Sarışın Bomba” nın da “Çift taraflı casus kim?” sorusu üzerinden ilerlemesi şaşırtıcı değil. İngiliz ajan Lorraine (Charlize Theron), özel bir görevle geldiği Berlin’de, ajan David’le (James McAvoy) irtibata geçer. Filmdeki tüm casusların açık ve gizli olmak üzere farklı hedefleri vardır. Finale kadar kuşku ve sürprizlerin sonu gelmez...
Senaryo, klasik casusluk filmlerinin tümünden bir şeyler barındırıyor. Hikâyesi ya da karakterleri itibarıyla özgün olduğu söylenemez. Kaldı ki, film daha ilk anından itibaren biçimi her şeyin üstüne koyuyor. “John Wick”te ortak yönetmen olarak çalışan David Leitch, bir “John Wick havası” getiriyor filme.
Bir yönetmen için bir türü kişiselleştirmenin etkili yollarından biri şarkılardır... Leitch, “Sarışın Bomba”da, 1980’li yılların ruhunu ve dönemin popüler kültürünü hatırlatan şarkılarla görsel hazzı ikiye katlıyor. Dövüş sahnelerindeki şiddet bir yana, “Sarışın Bomba” ilgiyle izlediğim bir film oldu. Dublörlükten gelen Leitch, çekim tekniği açısından dövüş sahnelerinde iddialı bir iş çıkarıyor. Kadraj düzenlemeleri, koreografi ya da kurgu trüklerine dayalı bir tarz yerine dövüşü oyuncuların bakış açısından ya da hemen yanından çekiyor. Mesela, Lorraine’in Rus ajanlarıyla bir apartmanın merdivenlerinde başlayan dövüş sahnesinde sadece kamera kullanımı değil, oyuncuların fiziksel performansı da iyi.
Çekimler, görüntü ve sanat yönetimiyle inandırıcı bir görsel dünya var karşımızda. Ama film bittikten sonra hikâyenin etkisi siliniyor; inandırıcılıktan iz kalmıyor. Dövüş ağırlıklı aksiyon filmlerini seviyorsanız kaçırmayın derim. Casus filmlerini sevenler ve hikâyeye önem verenlere ise gönül rahatlığıyla önermem mümkün değil.