Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geoffrey Rush’ın ünlü heykeltıraş ve ressam Alberto Giacometti rolünde mükemmel bir performans çıkardığı “Son Portre” (Final Portrait), bir portrenin yapılış öyküsünü anlatan “sanatçı filmi”

        Sanatçıların hayat hikâyesini anlatan filmler biraz ürkütür beni. Bir filmin kısıtlı süresi içinde bir sanatçının sanatına, kişiliğine ve yaşamına bakabilmek kolay değildir. Ama “Son Portre” bir hayatın değil, bir portrenin çiziliş hikâyesiyle geliyor karşımıza.

        1964 yılında Paris’teyiz. 20. yüzyıl sanatına damga vurmuş isimlerden Alberto Giacometti, genç ABD’li yazar James Lord’dan bir öğleden sonra atölyesine gelip kendisine poz vermesini ister. Ama Giacometti (Geoffrey Rush), portreyi bir türlü bitiremez ve James Lord (Armie Hammer), New York’a gidişini sürekli ertelemek zorunda kalır. Biz de onunla birlikte Giacometti’nin hayatına bir röntgenci gibi dahil oluruz. Giacometti’nin günlerini nasıl geçirdiğini, öğle yemeğinde neler yeyip içtiğini, parasını nerede sakladığını görür ve Picasso üzerine neler düşündüğünü öğreniriz...

        ‘SANATÇI FİLMİ’ KLİŞELERİ

        Senaryoyu James Lord’un “A Giacometti Portrait” (1965) adlı kitabını temel alarak yazan yönetmen Stanley Tucci, Giacometti’nin eşi Annette (Sylvie Testud) ve sevgilisi Caroline (Clemence Poesy) ile ilişkilerine de geniş bir yer ayırıyor. Ama “sanatçı filmlerinin klişeleri” nden izler taşıyan bu özel hayat bölümlerinin filme renk getirmek dışında bir katkısı olduğunu söylemek zor. Film kendine özgü havasını, Giacometti’nin çalışmasına tanık olduğumuz bölümlerde buluyor. Zaten filmin büyük bölümü atölyede geçiyor.

        Yönetmen Tucci birkaç sahnede dikkatimizi ısrarla, Giacometti’nin Lord’un yüzünde gördükleriyle bizim gördüklerimiz arasındaki o muazzam farka çekiyor. Giacometti’nin portreye iki basit fırça darbesiyle başlamasına anlam veremediğimiz gibi, resmi neden günler boyunca bitiremediğini de anlayamıyoruz. Tuhaf olan, resmin bitip bitmediğine bizim de karar veremiyor olmamız... Bir süre sonra atölyedeki diğer heykellerin de Lord’un portresi gibi “bitmekle bitmemek arasında bir yerde” durduğunu fark ediyoruz. Giacometti’nin sanatı, belki de son hali verilemeyen; mükemmelliği, kesinliği ve bitirilmişliği reddeden bir sanat. Hatta onun için sanatın sürekli bir arayıştan ibaret olduğunu düşünmek mümkün.

        KAFASI KARIŞIK BİR SANATÇI

        Filmdeki Giacometti, sanatıyla ilgili kararsız, doyumsuz, şüpheci, kafası karışık bir adam. Yaptığı işi beğenmiyor. Öfkeyle eserlerini yırtıyor, yakıyor; saatlerce süren emeğini fırça darbeleriyle yok edebiliyor. Her eserinin bir noktadan sonra onun için bir kısırdöngü haline geldiği, bitirmekle bitirememek arasında bir yerde kaldığı hissediliyor. Sanatının büyüklüğü de belki buradan geliyor... Açıkçası “Son Portre”den sonra Giacometti’nin eserlerine yeni bir gözle bakmak mümkün. Geoffrey Rush’ın mükemmel bir Giacometti yorumuyla karşımıza geldiği filmde Armie Hammer ve sanatçının kardeşi Diego’da Tony Shalhaub da başarılı performanslar çıkarıyorlar. Tucci’nin, sadece oyuncu yönetimiyle değil, hareketli kamera kullanımı ve kadraj düzenlemelerindeki özeniyle de öne çıkan bir yönetmenlik sergilediğini belirtelim. Özellikle kadrajlar, bir sanatçı filmine yakışır güzellikte... Sözgelimi, atölyede Giacometti, Giacometti’nin heykelleri ve Lord’u bir arada gösteren genel planlar filmin duygusunu çok iyi yansıtıyor.

        Filmin notu: 7

        Diğer Yazılar