'Kare'ye hapsolan vicdan
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’un yazıp yönettiği, Cannes’da Altın Palmiye kazanan “Kare” (The Square), yardım etmek ve ikiyüzlülük üzerine bir hikâye anlatırken çağdaş sanat ekseninde Avrupa’nın vicdani sorumluluğunu tartışıyor
ÇAĞDAŞ sanat müzesinin direktörü Christian (Claes Bang), çaldırdığı telefonuyla cüzdanını geri almak için ölçüsüz bir eyleme girişince başına beklemediği işler gelir... Yönetmen Ruben Östlund, bazen “yan yollar” a girerek, bazen de “uzun molalar” vererek anlatmayı tercih etse de film temelde bu hikâye çevresinde kuruluyor. Tabii, müzede sergilenen “Kare” adlı çağdaş sanat enstalasyonunu ve tanıtım etkinliklerini unutmayalım. Zaten “Kare” adlı enstalasyonla hikâye arasında kopmaz bir bağ var. Çizili bir alandan ibaret “Kare”, herkes için güvenli yer anlamını taşıyor. Sanatçının fikri, içine giren herkesin yardım isteyebileceği bir sığınak oluşturmak... Hikâye de aynı fikir üzerinden şekilleniyor. Christian şehirde yürürken yardım çığlıkları atan kadını, bir adama karşı koruyor. Cesareti nedeniyle kendiyle gurur duyan Christian, yankesicilere çarpıldığını anlayınca iş değişiyor. Tam da burada, müzedeki enstalasyonda insanlara güvenen ziyaretçilerin cüzdanlarını bir alana bıraktıklarını hatırlamak gerekiyor. Film boyunca Christian’dan yardım isteyen birçok kişi olduğunu da belirtelim. Filmde mültecileri akla getirmemek mümkün değil. Güvenli alan “Kare”, biraz da Avrupa aslında.... Yıllardır mülteciler o “kare”nin içine girmeye çalışarak yardım istemiyorlar mı? Çoğu Avrupa ülkesi vicdani sorumluluğunu kendi karesiyle sınırlamıyor mu? Christian, belli ki mültecilere yardım etmek isteyenlerden.... Buna karşılık, yoksul mahallelerde yaşayan herkesi hırsızlıkla suçlayabilecek kadar da düşüncesiz biri. Zor duruma düşürdüğü çocuğun yardım isteğine karşı olan tavrıysa utanç verici...
Sonuç olarak “Kare”, vicdani sorumluluk ve ikiyüzlülük üzerine bir film. Östlund, çağdaş sanatın günümüzün sorunlarına karşı duyarlı olabileceğini ama hitap ettiği kitle için aynısını söylemenin zor olduğunu ima ediyor. Filmde çağdaş sanatla ilgili iki önemli sahne var. İlkinde bir adam, basın toplantısında sanatçıya sürekli küfrediyor. İkincisinde sanatçı, performansı sırasında bir çeşit primata dönüşerek davetlilerin huzurunu kaçırıyor. Tuhaf şeylerin yaşandığı her iki sahne de uygarlıkla barbarlık, elitizmle bayağılık, bastırılmış içgüdülerle şiddet arasındaki sınırın inceliği üzerine...
Bu arada, filmin birçok sahnesinde Östlund, bize görmek istediğimiz şeyleri ısrarla göstermiyor. Mesela, şehir meydanında Christian’ın tam karşısından gelen kişiyi ya da basın toplantısında küfreden adamı yakından göstermiyor. Bazı sahnelerde inatla genel plan yapmayarak, temel kurgu kurallarına aykırı davranarak ve görüş alanımızı sınırlayarak bizi rahatsız ediyor. Klasik bir hikâye anlatıcısı gibi davranmak istemediği kesin ama bu yaklaşımın filmin anlamına yaptığı katkı tartışılır. Müzede Oleg’in performansında olduğu gibi özü zaten ortaya çıkmış bazı sahneleri neden uzattığını anlamak da zor. Östlund’un önceki filmi “Turist”e oranla “Kare”, doğru şeyleri dolambaçlı yollardan söyleyen, biraz hantal, yer yer zorlama bir film. Ama sözü getirdiği yer ve orijinal yapısıyla Östlund’un kayda değer bir yönetmen olduğunu bir kez daha kanıtlıyor.
Filmin Notu: 7