Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        13 dalda Oscar’a aday olan “Suyun Sesi” (The Shape of Water), 1960’lı yıllarda Soğuk Savaş döneminde geçiyor. Film, bir devlet tesisinde çalışan temizlikçi Elisa ile gizli deneyler için Amazon’dan getirilen insansı yaratık arasındaki sevgi bağını anlatıyor

        YÖNETMEN Guillermo del Toro’nun filmlerinde “yarı masal yarı gerçek” bir hava vardır. Gerçeklik, daha çok tarihsel arka plandan gelir. “Suyun Sesi” de 1960’ların ilk yarısında, Soğuk Savaş yıllarında geçen bir aşk masalı... Del Toro, Soğuk Savaş’ı devletlerin oluşturduğu bir nefret iklimi olarak tarif ediyor. Irkçılığı, eşcinsel düşmanlığını ve sınıfsal ayrımcılığı besleyen bu nefret ikliminde temizlikçi Elisa (Sally Hawkins), sevgisinin gücüyle derin devletin zalimliğine meydan okuyor...

        Film için Soğuk Savaş’ın acımasızlığına direnen birkaç kişinin hikâyesi de denilebilir. Bir yanda merhametsiz ajan (Michael Shannon), diğer yandaysa Elisa’nın arkadaşları eşcinsel sanatçı (Richard Jenkins) ve mesai arkadaşı Zelda’dan (Octaiva Spencer) oluşan “ezilenler cephesi” var. Asıl önemli olan, Elisa ile yaratık arasındaki sevgi bağı hiç kuşkusuz... Su, ikisi arasındaki sevginin simgesi... Yaratık için hayati önem taşıyan su onları birleştiriyor.

        NİTELİKLİ BİR FİLM AMA…

        Del Toro, içinde bulunduğu nesnelerin şeklini alan su ile karşısındaki insanın duygularına bürünen yaratık ve aşk arasında film boyunca simgesel, görsel bağlar kuruyor. Sözgelimi Dali’nin gerçeküstü resimlerini andıran açılış sahnesi bizi bu aşka adeta önceden hazırlıyor. Elisa rüyasında kendini suyla dolu evinde huzur içinde uyurken görüyor. Bir sinema salonunun üstünde yaşaması da Elisa’nın hayal gücünün simgesi. Sonuçta hayal gücü, aşk ve dayanışmanın zorbalığa karşı geldiği bir masal bu...

        Del Toro’nun yaratığın tasarımında 1954 yapımı “Kara Gölün Canavarı”ndan (Creature from the Black Lagoon) esinlendiği söylenebilir. Hollandalı öğrenci Marc S. Nollkaemper’in 2015’te çektiği “The Space Between Us” (2015) adlı kısa filmle olan benzerlik ise çarpıcı. Ancak Del Toro, filmi görmediğini söylüyor... “Suyun Sesi”nin yüzde doksanının orijinal olduğu kesin ama her iki filmin de özündeki fikir, aşağı yukarı aynı.

        “Suyun Sesi” nitelikli bir film ama çok özgün, etkileyici ve derinlikli olduğunu düşünmüyorum. Öte yandan, en iyi film dalındaki Oscar adaylarının çoğuna oranla daha hafif kaçtığı da kesin.

        Filmin Notu: 6.5

        ***********

        AFRİKA’NIN SÜPER KAHRAMANI

        AFRİKA, en iyimserlere dahi ümit vermeyen, sorunlarla dolu bir kıta... Amerika’ya zorla getirilerek köleleştirilen Afrikalı ataların torunlarının da AB D’de hâlâ tam anlamıyla eşit ve sorunsuz bir hayat sürdürdükleri söylenemez. “Black Panther”i tüm bu gerçeklerden bağımsız olarak seyredip değerlendirmek mümkün değil.

        İlk kez 1966’da bir “Fantastik Dörtlü” macerasında görünen Black Panther, gücünü kralı olduğu Wakanda adlı Afrika ülkesinde yetişen bitkiden alan bir süper kahraman. 2016’da “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”nda çıkmıştı karşımıza.

        HESAPLI BİR HİKÂYE…

        Filmin hikâyesi günümüz dünyasındaki ırkçılık sorunlarına dair iki zıt tezin tartışması gibi... Black Panther T’Challa’nın (Chadwick Roseman) babası, “Sadece kendi ülkemizi koruyalım, gücümüzü gizleyelim” fikrini savunuyor. T’Challa’ya meydan okuyan kuzeni (Michael B. Jordan) ise gücü intikam almak ve başka ülkeleri fethetmek için kullanmaktan yana... Filmin ABD’de çok sevilmesinin nedenlerinden biri barış ve dayanışmaya yaptığı vurgu olabilir. Öte yandan baştan sona ilgiyle izlenen bir süper kahraman filmi olduğu kesin. Aksiyon ve dövüş sahneleri gayet iyi. Wakanda ileri teknolojiyle Afrika’nın güzelliklerini buluşturan hayali bir ülke olarak filme hoş bir bilimkurgu havası da getiriyor.

        Ancak kendi adıma son yıllarda daha derinlikli süper kahraman filmleri seyrettiğimi söyleyebilirim. “Black Panther”in çok akıcı ama mesaja odaklanmış biraz hesaplı bir hikâyesi var. Ayrıca karakterlerin iyi geliştirildiğini de düşünmüyorum. Yönetmen Ryan Coogler’ın önceki filmi “Creed”i daha çok sevmiştim. Yine de iyi bir süper kahraman aksiyonu seyretmek isteyenlere önerebilirim.

        Filmin Notu: 6.5

        Diğer Yazılar