Bir yaz hikâyesi
‘En iyi Film’ dahil 4 dalda Oscar’a aday olan, BAFTA’da ‘En iyi Uyarlama Senaryo’ ödülünü kazanan “Beni Adınla Çağır” (Call Me By Your Name), 1983 yazında Kuzey İtalya’da geçen bir aşk hikâyesini anlatıyor. James Ivory’nin André Aciman’ın romanından uyarladığı filmin yönetmeni Luca Guadagnino
BU filmin gücü sakinliğinden geliyor. İtalyan yönetmen Luca Guadagnino, bizi duygulandırmak, etkilemek için özel bir çaba göstermiyor... Hikâyeyi Elio’nun gözünden anlatsa da duygusal olarak onunla özdeşleştiğimiz pek söylenemez. Usta sinemacı James Ivory’nin senaryosu ise çoğu şeyi göstermekten ziyade hissettirmeyi tercih ediyor.
Aslında her şey, Elio’nun (Timothee Chalemet) Oliver’ın (Armie Hammer) kendine olan güveninden, rahatlığından, canayakınlık ve kayıtsızlık arasında gidip gelen doğallığından rahatsız olmasıyla başlıyor. Oliver evdeki hayata, İtalyan taşrasına, kasabaya hızla uyum sağlayarak Elio’yu şaşırtıyor. İlk bölümde, Elio’nun ergenlik kibrinin içinde sakladığı özgüvensizliği hissetmek zor değil. Aslında Oliver’a duyduğu hayranlık ve kıskançlık arasında yaşadığı “iç savaş”la öylesine meşgul ki, Oliver’ın ilgisini fark etmiyor. Sonuçta 17 yaşında bir yeniyetme. Onun bu “olmamış” hallerinde ilk gençlik sancılarımızı görmek mümkün.
SEVİLMEK VE AŞK…
İlk gençlik aşklarının önündeki engel bazen zaaflarımızı ve korkularımızı, kibrimizle maskeleme çabalarımız değil midir zaten? Elio’nun özgüvenini kazanması için de Marzia’yla yakınlaşması gerekiyor. Aslında aşk için her koşul var. Anlayışlı, özgürlükçü ebeveynler, meraklı gözlerden uzak bir ev ve Kuzey İtalya kırsalının ıssızlıkları... Üstelik mevsim yaz.
Filmin hoş yanı, “yeni yetmelikle gençliği”, daha doğrusu “17 yaşla 24 yaşı” karşı karşıya getirmesi... Hikâyenin özü, Elio’nun Oliver gibi olmaya özenmesiyle Oliver’ın Elio’da kendi masumiyetini, gençliğini görmesinde gizli... Belki tam da bu nedenle Oliver, Elio’nun kendisine “Elio” diye hitap etmesini istiyor... Filmin adı da bunu işaret ediyor. Aşk her ikisi için de birbirlerinde hayran oldukları o hallere, yani özgüven ve masumiyete sahip olma anlamına geliyor. “Beni Adınla Çağır” delice sevmek ya da tutkuyla âşık olmaktan ziyade sevilmenin, aşk nesnesine dönüşmenin keyfi üzerine bir film... Sonuçta ikisi de genç, ikisi de bencil.
OYUNCULUKLAR ÖLÇÜLÜ
Her ikisinde de kendi gençliğinin farklı dönemlerini gören baba (Michael Stuhlbarg), kuşkusuz anahtar bir karakter. Roma heykelleri üzerine konuşurken Oliver’a “arzulama cesareti”nden söz etmesi unutulmamalı. Heykeller sanat ve aşk arasındaki bağın simgesi... Sanat, estetik, edebiyat ve müzik, Oliver ile Elio’yu birbirine bağlayan görünmez bir bağ gibi.
Başta Oscar adayı genç Timothée Chalamet olmak üzere oyunculuklar ölçülü ve sağlam. Taylandlı görüntü yönetmeni Sayombhu Mukdeeprom’un eski usul 35 mm olarak çektiği, “pelikül estetiği”nin kendine özgü “organik görsel doku”sundan faydalanan çalışmasını da unutmamak gerekiyor. Guadagnino-Mukdeeprom ikilisi sıcak, canlı renklerden uzak durup, doğal pastel tonlar üzerine kurmuşlar filmi. Gökyüzü masmavi değil mesela. Renklerin o hafif solukluğu 1980’li yıllardan kalma fotoğrafları da hatırlatıyor. Son olarak, Sufjan Stevens’in “The Mystery of Love” adlı şarkısının filme hüzünle neşe arasında hoş bir hava kattığını da belirtelim.
Filmin Notu: 7