İstanbul'da bir zerre!
İlk olarak geçtiğimiz Antalya Altın Portakal Film Festivali'nde seyirci karşısına çıkan ve en iyi ilk film, en iyi yönetmen, en iyi sanat yönetmeni ve SİYAD ödüllerini kazanan "Zerre" nihayet gösterime girdi.
Film, büyük Türkiye resmi içinde "zerre" olmanın ötesine geçemeyenleri başrole taşıyor. Senaryoyu da yazan yönetmen Erdem Tepegöz, hasta kızı ve annesiyle küçük bir dairede oturan, akşamları sofra kurmakta zorlanan, çalıştığı tekstil atölyesinden kovulan, ara sıra burnu kanadığı halde doktora gidemeyen Zeynep'in (Jale Arıkan) yaşam mücadelesinden düz bir kesit sunuyor bize. Belediyede kadrolu bir iş hayali kuran ve sürekli iş arayan Zeynep, organ mafyasıyla bağlantılı ev sahibinin talepleriyle bunalıyor ve haftada 90 lira yövmiye için Trakya'da çalışma kampına benzeyen bir fabrikada çok zor koşullar altında çalışmak zorunda kalıyor...
Yoksulluk ve işsizliğin sıkıntılarını, acılarını anlatan filmde son dönem Türk yönetmenlerinin "Bas müziği, ver çoşkuyu, ver duyguyu, gelsin gözyaşı" tavrının çok şükür "zerre"si dahi yok. Erdem Tepegöz'ün kamerası, geniş ekranda Zeynep'i yakın planlarla izlerken soğukkanlı bir gözlemci ve anlatıcı olmanın ötesine geçmiyor. Böylelikle, Zeynep'in gösterdiği direnç, seyirciyi daha derinden etkiliyor. En zor koşullarda dahi iyimserliğini kaybetmeyen, kırılan kapıya anında yeni bir kilit uyduruveren, Remzi'nin (Remzi Pamukçu) dayanışma ruhu da akıllarda yer ediyor.
HİKAYE DEĞİL FİLM BİTİYOR
"Zerre"nin alışılageldik senaryo kurallarına meydan okuyan bir yaklaşımı var. Ana karakterine neredeyse hiçbir değişim yaşatmayan ve seyirciyi boşlukta bırakan final, herkesin hoşuna gidecek cinsten değil. Ama istenilen etki, galiba tam da bu: Biten Zeynep'in hikâyesi değil, sadece film... Havada uçuşan toz zerrecikleri ya da akşamın karanlığında kenar mahalle pencerelerinden yansıyan o ışıklar, biz şahit olsak da olmasak da çevremizdeki yaşam mücadelerinin başka yerlerde sürüp gideceğini gösteriyor. Zaten Zeynep'in geçmişiyle ilgili bir bilgi verilmemesi, onu benzer koşullarda yaşayan başka dar gelirli insanların, yalnız kadınların bir temsili haline getirmiyor mu? Jale Arıkan, hislerini çok fazla söze dökmeyen bu karakteri, duyarlı ve sade bir tarzla getiriyor karşımıza. Diğer önemli rollerde Özay Fecht, Rüçhan Çalışkur, Ergun Kuyucu ve Sencar Sağdıç da hayatın içinden gelen, sahici kompozisyonlar çiziyorlar.
Yer yer sıcak renkleri de kullanan Marton Miklauzic'in başarılı görüntü yönetimi öyküye güçlü bir atmosfer duygusu veriyor. Erdem Tepegöz, gerçekçiliği basit ama güçlü bir biçimde inşa eden sanat yönetimi ve yüksek prodüksiyon kalitesinin desteğiyle profesyonelce kotarılmış, sağlam bir ilk filme imza atıyor; bundan sonra yapacaklarını merak ettiriyor.