Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ŞİİR gibi; kocaman gözler, masum bakışlar, selam versen gülecek mimikler...

        Tecavüze uğradıktan sonra yakılarak öldürülen; dün kadınların cenazesini omuzladığı Özgecan Aslan’dan söz ediyorum.

        Yüzü iki gündür gözümün önünden gitmiyor.

        Sağlam sandığım gözyaşımın freni, fotoğrafına her bakışımla boşalıyor.

        İki gündür Özgecan için de Ayşe Paşalı olayında yaşadığımız, bir süre sonra hafızalarımızdan eriyip giden aynı temel üzerine kurulu sloganlar atılıyor...

        Soruna mağdur üzerinden yaklaşıp, caniliği Özgecan’a yapanlar ile ortakçıları yine es geçiliyor.

        Kadına şiddeti bir erdem gibi öğrenen ve sonunda onu uygulayan kültür, öğreti; eril tahakküm dayatmasına bakılmıyor.

        Her adımda bir zorunluluk gibi dayatılan, Özgecan’ı öldürmeye kadar götüren, sembolik şiddetin biriktirdiği tortunun nasıl eritileceği tartışılmıyor.

        BERBERİ’DEN BU YANA

        Oysa Pierre Bourdieu “Eril Tahakkümü” eserinde Berberi kavminden bu yana uygulanan baskıyı şöyle tanımlar:

        “Sadece empoze ediliş biçimiyle değil, kendisine boyun eğilişiyle de hükmeden ile hükmedilen arasındaki ilişkinin örneğini oluşturmaktadır.”

        Kavramsal boyutuyla kalmaz, toplumsal ve tarihsel olarak hayatımızda nasıl doğallaşıp, içselleşip sürekli üretilir hale geldiğini de anlatır.

        Yanlış hayatın, nasıl doğru yaşanamaz hale çevrildiğini tüm gerçekliğiyle sergiler.

        Ayşe Paşalı ile Özgecan arasındaki bağı kurmamıza yardımcı olur.

        Erkeklerin eril iktidar konumlarını nasıl sürdürdüklerini ve tahakkümü nasıl inşa ettiklerini de anlatır.

        “Erkeklik, diğer erkekler için ve onların önünde dişiliğe karşı ve dişil olma korkusuyla kurulan kategoridir” diye başlar söze.

        Eril tahakkümü yaratan kurumların, erkekliğe hep bir asalet durumu yüklediklerini anımsatır.

        Erkekliğin bir rol modele indirgendiğinden dem vurur; “İktidar nosyonu erkeklik üzerine kurulur” tespitinde bulunur.

        Yani erkeklik, ona sunulmuş bir “imaj setinden” ibarettir.

        Seti de tanımlar:

        “İyi bir eğitim almış, geliri yüksek iyi bir işe sahip bulunmak, ‘aile babası’ olmak, kaslı-atletik vücutlu olmak, en önemlisi de heteroseksüel olmak..”

        Saçının ilk kez berberde kesilmesiyle başlar eril tahakküm öğretisi.

        Erkek olma ayrıcalığı, hep bir grup “gerçek erkek” onayına bağlı tutulur.

        En uzağa işemek, topluca geneleve gitmek, bir dikişte fondip yapmak, çok kız tavlamak, kavga edebilmek gibi performanslar “gerçek erkekliğin” ortaya çıktığı yarışma alanlarıdır.

        Erkeklik, inşa stratejisinin birer nesnesidir.

        YA KADIN?

        Kadın ise eril tahakküm düzeninde onun mütemmim cüzüdür.

        Yenilenen tekrarlarla itaatin, çekici olmanın, genç, bakire, ana, dul kalmanın davranışsal kırmızı çizgileri, ritüelleri vardır.

        Sanki erkek bakmaz ise kadının var olmayacağı, erile bağımlı olursa var olabileceği küçük yaşta hafızasına kazınır.

        Diğerine muhtaç bırakılmanın koşulu öğretilir.

        Peki kimdir eril tahakkümü dayatan?

        Caniliğe kadar uzanacak tahakkümü aşılayan; en uzağa işeten, kız tavlanamaz ise şiddetle halletmeyi alfabe gibi öğreten?

        Ana, çevresel rol modeller ve onların toplumsal yansıması kültürden gayri hangisi?

        Diğer Yazılar