Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “POLİTİK olan ile toplumsal olanı birbirinden ayırt edebilmek artık imkânsızdır.”

        Fransız bilim insanı Jean Baudrillard, yukarıdaki tezini 20 yıl önce dile getirdiğinde çok dikkate alınmamıştı.

        Bugün ise sadece bu değil, devamında gelen cümleleri de kabul gören bir gerçek:

        “Politika uzun bir süreden bu yana yarı sportif, yarı eğlendirici bir özel eğlence programına dönüştü... Halkın gözünde seçimler çoktandır bir televizyon oyununa dönüştü...”

        Baudrillard, bu noktada da durmaz, sadece bir seyirci halini alan halkın sorumluluk üstlenmekten kaçındığına işaret eder.

        Seçim yolundaki Anadolu’da karşılaştığım tablo da bunu doğruluyor.

        Seçmen övgüsünü de yergisini de ötekinin üzerinden yapıyor, doğrudan sorumluluk almaktan çekiniyor.

        Politik cümle kuracaksa kendi görüşünü açıktan söylemek yerine, özgüvensiz bir tonda, “Diyorlar ki...”, “Duydum ki...” ifadelerini başa koyarak konuşmaya başlıyor.

        Geçmiş seçim dönemlerinden dikkat çekici farkı ise seçimin dinamiğinin ideolojik, dinsel ve etnik yapıdan çıkıp ekonomi temelli zemine oturması.

        Geçen seçimlerin tersine türban, din, askeri vesayet, laiklik, modernizm gibi “din odaklı” söylemleri sona bırakıyor.

        İlk sıraya ekonomiyi, kendisinin bu işten ne fayda göreceğini koyarak konuşmaya başlıyor.

        İKİNCİ EVRE

        Nitekim partiler de bu değişimi gördükleri için başlangıçta propagandalarını ekonomik temel üzerine kurdular.

        Muhalefet partilerinin de bundan böyle bu zemini değiştirmeyip yoluna devam edeceği görülüyor.

        İktidar açısından baktığımızda ise durum biraz farklı...

        Başlangıçta muhalefetin ürettiği ekonomik vaat temelli seçim bildirgelerini hedef alan, söylemlerini eleştiri odağına koyan AK Parti, bir süredir farklı söyleme geçti.

        Bunu Davutoğlu’nun son mitinglerinde de görmek olası...

        Seçim politikası konusunda çalışan partinin etkin isminin de dünkü sohbetimizde belirttiği gibi, “muhalefetle anılmak yerine, kendini onlardan farklılaştıran bir politika izlenmesine” karar verilmiş.

        Yani, “AK Parti bir tarafta, ötekilerin hepsi diğer tarafta” yaklaşımı esas alınmış.

        Nitekim, “Onların hepsi eski Türkiye... Hepsine meydan okuyoruz... Onlar birlikte bize karşı koalisyon oldular, biz tek başımıza sizin için varız...” söylemleri de bunun yansıması.

        Bu politikayı 1987 ve 1989’da Özal da “Bize hayalleri yetmez” söylemiyle uygulamıştı.

        Sohbetten çıkardığım kadarıyla, yeni propaganda zemininde HDP’nin din derslerini ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kaldırmasına dönük karşı propaganda da işletilecek.

        HEDEF MİLLİYETÇİ OYLAR

        CHP, MHP ile HDP bir araya konularak, bu kesime yönelen muhafazakâr kitlelerin AK Parti saflarında kalmasının yolu aranacak.

        AK Parti, benzer propagandayı 2011 seçimlerinde de gerçekleştirmiş, başarılı da olmuştu.

        MHP’ye doğru kayan oyları durdurmak için o tarihte de Erdoğan, “Öcalan Türkiye’ye teslim edildikten sonra idamını ertelediler. Ben olsaydım uygulanması gereken cezayı uygulardım. Ya da koalisyondan çekilirdim” demişti.

        Kaymayı durdurmak bir yana getiri de elde etmişti.

        Görünen o ki benzer bir propaganda bugün de yapılıyor.

        Bakalım bu kez etkisi ne olacak?

        Diğer Yazılar