Akçakale'nin kara yazısı
AKÇAKALE
SAVAŞTAN önce bölgenin en aktif kapısıydı.
Sokaktan bırakın otomobille geçmeyi, kalabalıktan yolda yürümek bile olanaklı olmazdı.
Savaşla birlikte bütün bu trafik azaldı.
IŞİD’in Telabyad’a yerleşmesi sonrası da her şey tersine gitmeye başladı.
Ancak trafik hiçbir gün tamamen kesilmedi.
Arkadaşım Veysi İpek ile önüne vardığımızda bu kez TIR’lar yoktu, ancak insan gücüyle çekilen lastik tekerlekli arabaların üzerine yığılmış onlarca koli kola şişeleri, öte yana ulaştırılmaya çalışılıyordu.
Arkadaşım Veysi İpek, “Haydi sizi kapının önünde çekeyim” dedi ve makinesini kaldırıp bir kare çekmeye kalmadı, 3 adam yanımızda bitti:
“Siz kimsiniz, gazeteci misiniz yoksa?”
Diyarbakır Temsilcisi olmanın rahatlığı içindeki Veysi’nin “Bana bunu soran sen kimsin?” demesine kalmadı, etrafımızı çevirenlere 3 adam daha eklendi.
Orada çalışan hamal olduklarını belirtip başladılar yüksek sesle bağırmaya:
“Gazetecilik yaptığınızı sanıyorsunuz. İki kare fotoğraf çekip ‘IŞİD’e tonlarca yardım gidiyor’ diye laga luga yapıyorsunuz. Günde kazandığım 50 liraya düştü, kaçıp gelen Suriyeli bile benden çok kazanıyor. Ekmeğimle oynuyorsunuz.”
Baktım iş kötüye gidiyor, yanına gidip elimi omzuna koydum, “Senin dükkân neresi, bana bir bardak çay da mı ısmarlamayacaksın?” dedim.
Şaşırdı, samimi olup olmadığımı anlamaya çalıştı.
“Çayın yoksa ben şuradan alayım, sen demle, sonra da bana anlat” dedim.
Baktı samimiyim, yumuşadı, “Çayı boşver, soğuk içelim” dedi.
Soğuk dediğinin ne olduğunu da dükkâna varınca önümüze “sarı renkli gazoz” gelince anladım.
POLİS GELİYOR
Tam dükkânın önüne varmak üzereyken de ilginç bir gelişme oldu.
Yakışıklı, güneş gözlüklü, atletik bir genç yanıma yaklaşıp kim olduğumuzu sordu.
Polis olduğunu vücut dili ele vermesine karşın “Sizi tanıyabilir miyim?” dedim.
Daha aramızdaki konuşma bitmeden taşıyıcı olduğunu söyleyen araya girdi:
“Tamam bir sorun yok. Yanlış şikâyet müdürüm...”
Rütbeli polis olduğunu belirtti, adımı söyledim, “Tanıdım sizi” dedi.
Kısa bir sohbetten sonra da ayrıldı.
Bu kez işi gücü bırakan taşıyıcı anlatmaya başladı:
“Mal bizim değil, getiriyorlar, biz kapıya kadar götürüyoruz. Taşıdığım da günde 10 balya gazoz, iki balya bisküvi. Karşılığında elime geçen de günde 50 lira. Bazen un ve şeker gidiyor. Ama hepsi şu el arabasının taşıdığı kadar.”
GÜBRELER NE OLUR?
Bu arada bize tepkisinin neden bu denli yüksek olduğunu da anladım.
Aktardığına göre, birkaç gün önce sınırın diğer tarafına bir kamyonla gübre geçmiş.
Bu da medyaya, “IŞİD’e bomba yapması için gübre gidiyor” diye yansımış.
“Adamların elinde tonlarca C4, TNT varken buradan giden gübreye mi kaldılar?” dedi.
Bu arada karşı tarafa doğru da okkalı bir küfür salladı.
“Adımız IŞİD’ciye çıktı” diye de hayıflandı.
İkram ettiği gazozu içip yanından ayrılırken de yakınması sürüyordu.
Akçakale’nin içindeki hava da diğerlerinden farklı değildi.
Dikkat çeken ise karşısında IŞİD’in en önemli merkezlerinden Telabyad bulunan Akçakale caddelerinde HDP de seçim bayrağı asmış.
Hem de oldukça fazla noktaya...
Ancak tüm bunlara karşın bölgedeki öfke yatışmak yerine yükselmeye devam etmiş...