Rojavalaştırmak!
“BİR ülkeyi, azınlık bölücülerinden çok daha yüksek hızda çoğunluk ırkçıları parçalar...”
Öğretilerinden her zaman yararlandığım ağabeyimin bu sözünü duymamın üzerinden 6 yıl geçti.
O günkü kaygısının, bugün gerçek olduğunu anlamak için yaşananlara bakmak yeterli.
Ülkenin bir tarafına hâkim çoğunluk, çapulcu raconunda bile yeri olmayan tarzda evlatlarının yanında asker, polis öldürüyor, diğer tarafındakiler ise o bölgeden yüksek oy almış partinin genel merkezini yakıyor, yurttaşlarını dövüyor.
Daha acısı o bölgeye gidip gelen otobüsleri taşlıyor.
Hem de içindekilerin bölgede hâkim olmak isteyen görüşü savunup savunmadığına bakmaksızın.
Kitleler psikolojisinin yarattığı etkiyle, bilinçaltının kendisine emrettiğiyle hareket ediyor; en eğitimlisi ile en cahili yan yana gelmiş taş fırlatıyor.
Gazete basıyor, utanmadan, aymaz, avare tarzda yaptıklarını da maharetmiş gibi Periscope’tan yayınlıyor.
Asıl düşünmemiz gereken, bu noktaya niye geldiğimizden çok, nasıl çıkacağımız...
Terörle çözüm üretmek isteyenlerden beklentim yok.
Çünkü Kandil’de oturanların mantalitesini anlamlandırmam olanaksız.
SYKES PICOT’TAN SONRA
O nedenle PKK/KCK’nın davranışlarını yakından takip eden akil insanlara soruyorum.
Dünyada silahla çözüm elde etmenin tükendiği dönemde PKK bu konuda neden ısrarlı?
Anlamlandırdıkları tek nokta var.
İngiltere, Fransa arasında Osmanlı topraklarının paylaşılmasını öngören, daha sonra eklenen Rusya’nın vazgeçmesi üzerine Lenin açıklayıncaya kadar da gizliliğini koruyan 1916’daki Sykes-Picot Anlaşması’nın üzerinden yaklaşık 100 yıl geçti.
Anlaşma yürümese de Osmanlı’nın parçalanması sonrası her etnisite bir vatana sahip olurken, bir tek Kürtler toprak elde edemedi; üç ülkenin sınırları içine yayıldı...
IŞİD’in etkinleşmesi, Suriye’nin parçalanmayla yüz yüze kalması, Ortadoğu’da sınırların yeniden çizilmesine dönük beklentileri yükseltti, Kürtleri bir asır sonra siyasal statü elde etme konusunda umutlandırdı.
HAYAL GÖRÜYOR
Irak ve Suriye’nin kuzeyinde fiilen elde ettiğini, şimdi Türkiye’ye doğru genişletmek istiyor.
Bunu da Türkiye’yi de çatışma alanına çevirip Rojavalılaştırarak (Suriye’nin Kuzeyi) başaracağını sanıyor.
Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi sohbetimizde, “Diyarbakır, İstanbul, İzmir, Halepleştirilmek isteniyor” diye özetleyip ekledi:
“Tamamen bu hayal mahsulünü, fiilen başaracakları anlayışındalar. Hayali menfaat görüyorlar, daha kötü olacağını anlamıyorlar.”
Aslında bu hayali gören sadece Kandil’dekiler değil.
Kitle psikolojisiyle mevsimlik işçilere saldıran, zalimce yakıp yıkanlar da Kürt kökenli yurttaşlar Batı’dan göç edince sorunu çözeceklerini sanıyorlar.
Oysa Balkanlar’ın, Suriye’nin acısı yanı başımızda duruyor.
Bir günde, uyandıklarında karşılarında bambaşka bir Türkiye ile yüz yüze kalabileceklerinin farkına varmıyorlar.
Acı olan siyasetçi, bürokratlardan bir bölümünün de bu sele kendini kaptırması.
Onlara konunun en iyilerinden bilim adamı Gustave Le Bon’un şu cümlesini birkaç kez okumalarını öneririm:
“Kitlelerin psikolojisini anlamak, onları idare etmeyi bilmek değildir; asıl onlar tarafından idare olunmamak devlet adamlarının sermayesini teşkil eder.”
Bu sermayeye sahip olup olmamak elinizde...