Dijitale kurban...
“VE bayram bile bayram olduğuna pişman olacaktı belki...” Nâzım Hikmet, “Bir Bayram Gecesi” şiirindeki dizesinde böyle anlatır bayramı. Uzaklardaki bir yerlerden özlemini aktarır. Bir de eski bayramı anımsatır: “... Bayram sabahı ailece yapılan sabah kahvaltılarına özlemdi. Kapıyı çalacak çocuklara bir gün evvelden hazırlanırdı hediye mendiller ve lokumlar. Mahalle arasına kurulan seyyar lunaparklar, macunlar ve pamuk helvalar. El öpenlere, el öpenlerin çok olsun derdi büyükler. Ama onların çok olmayacaktı el öpenleri. Çünkü her geçen bayram biraz daha azalacaktı öpülen eller. Ve her geçen bayram biraz daha azalacaktı biten dargınlıklar. Bayram gelmiş kime ne anam gariben diye bir türkü duyulacaktı memleketten. Ve bayram bile bayram olduğuna pişman olacaktı belki...”
Nâzım’ın şiirini son dönem okudukça Suriyeli sığınmacılar, vatanından kopup bir yerlerde yaşam bulmaya çalışanlar gelir aklıma:
“... Dilini ve dinini bilmediğimiz sabahlara uyanırım. Yabancı yüzler görürüm yabancı sokaklarda. Tanıdık acılar çeker, tanıdık sevdalar ararım. Buralar hep soğuk, oralar değişmekte sanırım. Hasret, acı ve sevda iki ülke arası. Kapıkule’den sonrası düğün, bayram havası. Yıllardır söyleyip durduğum hep, Ben gurbette değilim anam, gurbet benim içimde şarkısı. ...”
DİJİTAL BAYRAM
Bu kadar içten, sıcak ve gerçekti geçmiş, geçen bayramlar. Ya şimdi... Cep telefonuna gelen bir çın çın, dıgırt havası, soğuk bayram kutlaması. Simülatif; gerçekten, sıcaklıktan yoksun bir mesaj iletisi. “Mübarek Kurban Bayramı’nızı kutlar...” diye başlayan mübareğin, başka birinden kopyalayıp yapıştırdığı, içsellikten, duygudan yoksun tekdüzelikler güzellemesi. Bir de acının, huzursuzluğun, barış arayışının “niyetler, temenniler” başlığı gibi ardı ardına sıralanması. Bayram günü de sese, duyusallığa, duygusallığa ara verilmesi. Baytın noktalarının hedef tahtası gibi saplandığı ses içtenliğinin vedası. İki başparmak oynatması; bir ekran göndermesi. Sevginin, sıcaklığın, duygunun, aşkın, mutluluğun bir kelimenin vurgusuyla ortaya çıkardığı sesin, dijitalliğe kurban verilmesi... Ailenin sanallaşması, akrabalıkların uzaklaşması; bayramın bir tatil olduğu kavramının çaresiz kabullenilmesi. Misafir odalarının, yan komşunun salonunun, tavla, kurban muhabbetinin tükenmesi.
Koç toslaması, kuzu kaçması, dana tepmesi, bıçak kesmesinin unutulması. Kavurma kokusu, yürek ızgarası, böbrek közlemesi, kelle ütmesi, mumbar dolmasının bitmesi. Nane likörü, badem şekeri, limon kolonyası üçlemesinin buharlaşması... Çalınan kapı açıldığında, çaktırmadan fora edilen yan cebe yapışmış akidenin, bayram harçlığının yok olması. Bir de bu acıların yaşandığı günde Can Yücel’in şiirindeki gibi: “Koyunlar keçiler ve koçlar için Ne kadar bayramsa Kurban Bayramı Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kadar barış...” Nice bayramlara...