Bir daha anlarken
DEDEM, balkonun köşesindeki sandalyesine oturduktan sonra 100 metre ilerideki evi işaret eder, o anı gururla tekrar yaşardı:
“Cumhuriyet’i kuracağını orada açıkladı.”
Burada durmaz, öğretilerini tekrar ettirmek için ezberimizi yoklardı:
- Söyle bakayım, oradaki eve ne zaman geldi?
- 22 Aralık 1919...
- Nereden geldi?
- Erzurum ve Sivas kongrelerinden...
- Kongrelerde ne kararlar alındı?
- Bağımsızlık mücadelesi...
- O evde neyi açıkladı?
- Cumhuriyet’i...
Okul yaşına ulaşmamış biz torunlarını karşısına alır, dakikalarca O’nu anlatır, ülkeye hizmetlerini sıralardı.
Duvarda asılı kılıcının olduğu yöne doğru eğilir, O’nunla birlikte halkının savaşıp ülkeyi kurtardığından söz ederdi.
Sorularına yanıtımız geciktikçe öfkelenir, en sonunda da “Kelp-i zira...” cümlesini yapıştırırdı.
Büyükannemin içeriden yükselen “Çocukları sıkıştırma...” sesi ise dedemi yumuşatmaya yeterdi.
Belki o günkü öğretilerden olsa gerek, akıl yaşım erene kadar O’nu ailenin ferdi, dedemin kardeşi, akrabam sandım.
Sonrasında da değişmedi; büyükannem ve dedemin öğretisiyle de hep aileden biri olarak kaldı.
Okudukça, O’nun düşüncelerini öğrendikçe hayranlığım arttı, tazelendi.
ADAY OLMAYACAKTI
Hakk’a yürümesinin üzerinden 79 yıl geçmiş...
Başka coğrafyalarda göçen birçok lider toplumları tarafından unutuldu ya da tarihin derin yaprakları arasına konuldu.
Mustafa Kemal Atatürk’e bir zamanlar soğuk bakanlar bile, bugün O’na olan hayranlığını sergiliyor.
Sadece kendi ulusu değil, başkaları da...
Bunlardan biri de 1933-39 yılları arasında Britanya’nın Türkiye Büyükelçisi olarak görev yapan Sir Percy Loraine...
Çağının devlet adamları “Diktatör” diye anılırken Atatürk’e bunun söylenememesinin nedenini, 1948’de BBC’ye verdiği demeçte şöyle açıklıyor:
“Pek çok kimsenin sandığı gibi sağa sola emirler yağdırmak şöyle dursun, Atatürk, bakanları her zaman kendi sorumluluklarını yüklenmeye zorlardı. Öyle sanıyorum ki eğer yaşasaydı belki bir sonraki Cumhurbaşkanı seçiminde adaylığını koymayıp kurduğu düzenin kendisinin yokluğunda gereği gibi işleyip işlemeyeceğini görmek için bir köşeye çekilecekti.”
MUHALEFET OLMALI
Bunu teyit eden o kadar çok örnek var ki...
1929’da, içeride ve dışarıda kendisine “diktatör” diye bakılabileceği kaygısını dile getirdikten sonra, “İktidarı denetleyen bir muhalefet olmalı” beklentisine karşılık bulmayınca, “30 bağımsız hükümeti eleştirmeli” beklentisi de bunun en iyi yansıması...
Şimdi deniliyor ki: ”Bu yıl Mustafa Kemal’e olan sevgi arttı.”
Gazetede birkaç yazar arkadaşla sohbette konu açılınca, entelektüel birikiminden faydalandığım büyüğüm şu güzel benzetmeyi yaptı:
“Çocuk küçükken babasına hayrandır; onun için baba kahramandır. Biraz büyüdüğünde, ‘Babam da bazı şeyleri bilmiyor’ evresine geçer. Gençlik çağında bu ‘Babam da hiçbir şeyden anlamıyor’ şekline dönüşür. Biraz büyür, ‘Babam da bir şeyleri iyi biliyormuş’ demeye başlar. Orta yaşı geçtiğinde ‘Keşke babam yanımda olsaydı da danışsaydım, ne çok şey bilirdi’ demeye başlar...”
Anlaşılan o ki orta yaş bitti, üçüncü evreye geçildi...
O’nu bugün de saygıyla anıyorum...