'Oyuna gelmek istemeyen sokağa molotofla çıkmasın'
Başbakan Davutoğlu, iç güvenlik yasasıyla ilgili “Polise ateş etme yetkisi verilmiyor ki... Yetki şu: Molotof silah olarak görülecek, ihtara rağmen polise molotof atılırsa silah kullanma yetkisine sahip olacak” dedi. “Emniyet henüz paralel yapıdan arındırılmış değil, istismar olabilir” iddialarınaysa, “Onların oyununa gelmek istemiyorlarsa, sokağa molotofla çıkmayacaklar” yanıtını verdi
Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla 13-14 Aralık tarihlerinde Nevşehir, Adana, Elazığ ve Adıyaman’ı kapsayan bir geziye çıktık. Davutoğlu parti kongrelerine katıldı, çeşitli toplantılarda konuştu. Gezi boyunca, gittiği her yerde büyük bir ilgi gördü, farklı sloganlarla karşılandı. Başbakan uçakta, sorularımızı yanıtladı.
- İki gün dört ilde izledim sizi. Halka yeni seçim yatırımlarını vaat eden bir Başbakan’dan çok, onları kendi kökleriyle buluşturmaya, ortak kültürle hemhal olmaya çağırıyorsunuz. Bu bir strateji mi?
Evet, bunu bilerek yapıyorum. Her yerde Türkiye’yle ilgili çizdiğim vizyonu, gittiğim o şehre uyarlıyorum. Mesela Kırklareli’nde konuşurken dedim ki, “Üç gün önce Şanlıurfa’daydım, oradan Ortadoğu’ya seslendim, dün Kars’taydım oradan Kafkaslar’a seslendim, buradan da şimdi Trakya’ya sesleniyorum, Rumeli’ye sesleniyorum” diyorum ve bu müthiş bir karşılık buluyor. Bizim şu anda toplumda en çok ihtiyaç hissedilen şey ortak bir dil yakalamak, bir zeminde buluşmak. Buna halk, tepedekilerden daha çok hazırdır. Bugün sözünü ettiğim yerlere Selahattin Demirtaş’la Bahçeli gitse onlara hiçbir şey anlatamazlar. Ama Demirtaş’ın oy aldığı tabanla Bahçeli’nin oy aldığı taban bir araya gelse ve ben ikisine hitap etsem aynı heyecanı uyandırırım. İşte bu AK Parti farkıdır.
‘SLOGANI GENÇLER BULMUŞ’
- Sloganı yeni duydum ben, gençler kongrelerde bağırıyorlar, “Ahmet bizi Osmanlı’ya götür” diye. Nasıl buluyorsunuz bu sloganı?
Bizim partinin reklam işlerini yapan Erol Kolçak’a sordum, “Seçim için neler yapacaksın?” diye, “Bekleyeceğim” dedi. “Halk zaten sizinle ilgili öyle şeyler üretecek ki o doğallığı beklemek gerekiyor. Bu işi 1 Ocak’a kadar kendi doğallığı içinde bırakalım.” Hakikaten de öyle, beni şaşırtan öyle güzel şeyler buluyorlar ki, özellikle gençler. “Osmanlı’ya götür” derken, kastettiği “100 sene öncesine götür” değil. Bizim halkımız tanınmak, bilinmek, takdir görmek istiyor. Bizim halk şu anda aş, iş kadar bilinmek, tanınmak istiyor. Benim şehirler için yaptığım bir tasnif var, bir de milletler için... ‘Şehir ve Medeniyet’ diye bir türlü bitiremediğim bir kitap yazıyorum. Psikoloji olarak iki türlü millet var bence. Tarihte bir kez özne olmuş, tarihi sürüklemiş milletler var, bir de bu tecrübeyi hiç yaşamamış olanlar... Birincileri hangi dinden, hangi mezhepten, hangi ırktan olursa olsun bir kültürel psikoloji aktarıyorlar ve onları nesneleştirmek kolay kolay mümkün olmuyor. Bütün unsurlarıyla bizim millet tarihte özne olmanın ve tarihi sürüklemiş olmanın bilincine ulaşmış. Bu durum İngilizlerde de var mesela. Bu milletler bunu kaybettiği zaman, şizofrenik demeyeyim de, gerilimli bir hal yaşamaya başlıyor. Ve tekrar keşfetmeye çalışıyor, tekrar onu yakalamaya çalışıyor. Yani bir şekilde özne olmak istiyor. O özne olma halini bir siyasete dönüştürdüğünüzde, yani özgüveni aşıladığınızda milletin ruhunu yakalıyorsunuz. Ondan daha azına razı olmamaya başlıyor. Mesela CHP iktidara gelse ekonomide büyük şeyler yapamaz ama hadi yaptı diyelim, halk, “Yetmez, bak bizim eski Başbakan ‘Van münit’ demişti, sen niye demiyorsun?” der.
Yani halkın aradığı sadece iş, aş değil ayrıca onur ve vakar da arıyor. Bu Kürt’ünde de var, Türk’ünde de var, Alevi’sinde de, Sünni’sinde de var, işin enteresanı gayri müslim vatandaşlarda da var, bu bir gelenek olarak gelmiş bugüne. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları artık dünyanın her yerinde gururla “Ben Türk’üm” demek istiyor. Osmanlı’da aradıkları bu. Bu sloganı gençler kendileri üretti. “Bizi Osmanlı’ya götür” derken bizi tekrar o özne olduğumuz günlere götür” ya da “Gelecekte bizi özne yap” diyor. Aslında geriye referansla geleceği tanımlıyor. Ben bu sloganı böyle yorumluyorum. Bir kez baş çekmiş bir milleti bir daha nesneleştirdiğiniz zaman kimliğini kaybediyor ve tekrar onu keşfetmeye çalışıyor.
‘Devlet tarafından alınan aracın fiyatı o kadar değil’
- Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in kendisine pahalı bir makam aracı aldığı iddia edildi, bu konuyla ilgili bilginiz var mı?
Mehmet Görmez Bey’i yakından tanıyanlar bilir ki o, gösteriş meraklısı bir insan değil. Diyanet Başkanlığı önemli bir temsiliyete sahip bir kurumumuzdur. Söz konusu araç da devlet bütçesinden bütün makamlara tahsis edilen araçlardan biri. Ayrıca aracın 1 milyon lira olduğu da yanlış. Diyanet İşleri gibi bir kurumu itibarsızlaştırmak için böyle çirkin bir tartışmayı gündeme getirdiler. Bu çok yanlış.
‘KÜLTÜREL DEVRİM YAPIYORUZ'
- Aslında parçalanmış bir kimliği yeniden toparlamaya mı çalışıyorsunuz?
Evet aynen öyle. Ben bunu hissediyorum. Birileri parçalamaya çalışıyor, biz ise toparlamaya çalışıyoruz ve bu esas ekonomik veya siyasal devrimden daha önemli, bunun adı kültürel devrimdir, bir anlamda kimlik devrimi. O kültürel devrimi yaşarsak diğeri gelir zaten. Ama ekonomide başarılı olsak bile o kültürel bağlar çözüldüğü zaman en zenginler bile kopmak isteyebilir.
- Zenginlik demişken... PKK’nın baskılarından dolayı zenginlerin hızlıca bölgeyi terk edip Batı illerine kaçmaya başladıklarına dair haberler var bu ara. Bir göçe zorlama...
Benim kamu düzeninden kastım tam da bu. Özellikle haraç toplama... Bunlar çözüm sürecinin getirdiği atmosferde çok planlı bir stratejiyle, silah yerine işte bu tür yöntemleri kullanarak bir tür arındırma, kendileri gibi düşünmeyenleri bölge dışına çıkarma faaliyeti içindeler. Bu çok tehlikeli bir durum.
- Bu durum, sizin bahsettiğiniz o şehir kültürünün yok olmasını da getirecek bir anlamda...
Tabii, tabii. Zaten bu kültürde bir fakirleşme yaşandı. Mesela Mardin’de, Siirt’te Araplarla Kürtlerin ortak oluşturdukları çok güzel bir şey vardı; yani etnisitenin ötesinde bir ortak kültür vardır, bunu zayıflatmaya dönük şeyler var. Veya Van’da, en eski Selçuklu eserleri bulunan Ahlat’ta, Türk Kürt ortaklığı... O sentezi bozmaya dönük bir girişim var, ama kamu düzeni ve çözüm süreci rayına oturdu mu tersine göçler de başlayacak ve herkes birbiriyle karışacak. Yani ekonomik modernleşmesinin en önemli hususiyetlerinden birisi kitleleri birbiriyle kaynaştırmasıdır.
- Kamu düzeninin sağlanmasıyla ilgili gelecek olan kanunda, genel kurula gelmeden önce birtakım revizyonların yapılması mümkün mü?
Ne gibi mesela?
- Örneğin polise silah kullanma yetkisiyle ilgili madde...
Polise ateş etme yetkisi diye bir şey verilmiyor ki... Bu haberler nereden çıkıyor?
- Buna yönelik birtakım eleştiriler duyulmaya başlandı da o yüzden...
Yok hayır. Verilen yetki şu: Molotof kokteyliyle sokağa çıkan engellenecek. Ama adam gelip de hâlâ polisin üzerine molotofkokteyli atıyorsa, o silah olarak görülecek. Bu hemen orada silah kullanma yetkisi anlamına gelmiyor. Böyle bir şey özellikle çıkarılıyor. Bu iç güvenlik yasası hazırlanırken bütün Avrupa ülkelerindeki durumlar incelenip karşılaştırıldı, Avrupa’nın gerisinde bir durum yok.
‘SUÇ SUÇTUR'
- Deniliyor ki: “Emniyet henüz paralel yapıdan arındırılmış değil. Mesela Van’da yangının üzerine araç süren polisler görüldü televizyonlarda”. “Bu yasa istismar edilebilir” kaygısı var...
O zaman onların oyunlarına gelmek istemiyorlarsa sokağa molotofla çıkmayacaklar. Şimdi iki kötüden birisini tercih etmek zorunda bırakamazsınız. Suç suçtur. Eğer bir paralelci de böyle bir şey yaparsa en şiddetli şekilde o da cezasını görecektir.
- Fethullah Gülen’in yeni bir videosu yayınlandı. “Beyin kanaması geçirirsiniz inşallah” gibi ifadeler var...
Öyle mi? Benim irfan sahibi babaannemden, dedemden öğrendiğim bir şey var. Bilirsiniz saf Anadolu İslam’ı diye bir şey var. Bizim evde hiç beddua edilmedi. Benim ağzımdan en küçük bir olumsuz laf çıktığında, “Aman beddua etme, sana geri döner” diye beni uyarırlardı. Hiçbir vasat İslam kültüründe beddua yoktur.
- Bu durumda tekrardan gerilim yükseltilmeye mi çalışıyor sizce?
Şunu diyorum. Yani birisinin beddua etmek zorunda kalması bir kere ortada şizofrenik bir hal olduğunu gösteriyor. Hele hele bu bir âlimse... Burada bir kimlik bölünmesi var. Şimdi İsrail Filistinlilere zulüm ederken “Otoriteye başkaldırmamak lazım” diyeceksiniz ve zalime karşı böylesine bir zulmü neredeyse meşru kılacak şekilde “Otoriteye başkaldırmayın” diye tavsiyede bulunacaksınız, sonra Türkiye gibi öyle veya böyle demokrasisi olan bir ülkeye “Zalim” deyip isyan çağrısında bulunacaksınız... İşte şizofrenik hal bu. Zaten sıkıntı buradan geliyor. Dikkat edin, bütün kendi iddialarını yok ettiler. Derlerdi ki “Biz müspet hareketiz”, açın şimdi televizyonlarını bir tek müspet haber yok. Bundan sonra kriminal bir yapıya dönüşmüş olan unsurlar takip edilecek, soruşturulacak ve gereken yapılacak.
‘Soruşturma gazetecilikten değil’
- Ekrem Dumanlı başta olmak üzere bazı medya mensupları gözaltına alındı. Basına baskı eleştirileri de var. Ne dersiniz?
Gazetecilik faaliyetleri nedeniyle yürütülen bir soruşturma değil bu. Soruşturmanın detayı yargı süreci içinde ortaya çıkacak.
‘PKK-paralel yapı ilişkisine dair elimizde dedikodu değil bilgi var’
- Demirtaş’ın paralel yapıyla bağlantılarına dair bir şeylerden bahsetmiştiniz...
Ben bir şeyi söylüyorsam, sırf ortada bir tartışma olsun diye söylemem. Demirtaş’ı kastetmedim. Demirtaş o röportajı niye başka yere vermedi de oraya verdi? Çözüm sürecine en çok karşı çıkan gazete o gazete. Neden bir anda Demirtaş’ı keşfetti? Bunu sormak lazım. Ama bizim elimizde başka bilgiler var.
- Bu bilgiler PKK-paralel yapı ilişkisine dair mi?
Evet. Bilgiler var. Dedikodu değil, bilgi var.
‘Dink cinayeti tesadüfi bir cinayet değil’
- “Cemaatçi” oldukları iddia edilen iki polisin ifadesiyle Hrant Dink cinayeti tekrar gündeme geldi. Bu arada sizin Dink Ailesi’yle herhangi bir temasınız oldu mu?
Hrant Dink’i ben akademik hayatımda tanıdım, entelektüel camiada da sevdiğim, saydığım bir insandı. Birkaç konferansta da birlikte olduk. Hatta şunu hiç unutmam. 11 Eylül’den kısa bir süre sonraydı. İstanbul Barosu’nda birlikte bir açık oturumdaydık. (Oğlu o sırada Amerika’da okuyordu) Dedi ki, “Bizim oğlanı orada esmer görünce Türk-Müslüman zannetmişler, dövmüşler. Biz gavur bile olsak, sizin gavurunuz, bu toprakların gavuruyuz” dedi. Bir kere Hrant Dink cinayeti tesadüfi bir cinayet değil. Katledildiği günü hiç unutmam. Haber bana geldi, çok üzüldüm. Abdullah Bey Dışişleri Bakanı’ydı, onu aradım. Ben İstanbul’da, o Ankara’daydı. “Bütün diasporayı İstanbul’a cenazeye çağıralım. Bizim büyükelçilerimiz resmen arayıp davet etsin” dedim. Çağırdık, hepsi geldiler. O bir devrimdi. Sonradan, gelenlerin arasında bize karşı çok sert olan birçoğuyla kamuoyunun bilgisi olmadan görüştüm. Hepsi de “Biz Türkiye’nin böyle olduğunu bilmiyorduk” dediler. Bir, hükümetin onları davet etmiş olması onları şoke etti. İki, halkın Hrant Dink’e sahip çıkması... Bizim bu tabuları birer birer kırmamız lazım.
- Dink’in Ailesi’yle bir görüşmeniz söz konusu olabilir mi?
Olabilir tabii... Mesela ben Ermeni kimliği dolayısıyla değil, kendisine güvendiğim için Etyen Mahçupyan’ı başdanışmanım yaptım. Cumhuriyet tarihinde bir Ermeni vatandaşımızın geldiği en önemli kamu görevi... Dediğim gibi, bu tamamıyla onun entelektüel kimliğiyle alakalı ama ne konuşmaktan çekinirim, ne bunları tartışmaktan... Bütçe konuşmamda muhalefete seslendim. “Mahallelerinizden, semtinizden çıkın” dedim. “Güçlü olduğunuz yerlerde konuşmayın, zayıf olduğunuz yerlere gidin. Tunceli’de de herkes maskeleri indirsin” dedim. Bu maskeler indiğinde, yani insan açıkçası gizli bir riyakârlık şekline dönüşmüş olan farklı görünme arzusu bittiğinde her şey doğallaşacak.
‘Seçim öncesi her konuda tedbir alıyoruz’
- Seçime giderken, yeni bir saldırı bekliyor musunuz?
Devlet demek tedbir demektir. Tedbir demek bir tehlike varsa onu sezmektir. Seçimler öncesi hep bir şeyler oldu. Çözüm süreci ilerlediğinde hep bir şeyler oldu. Bu yüzden tehlike var ve biz de tedbirlerimizi alıyoruz.