Bu kez sıra bizde!
TAM 55 yıldan beri, askerler bizim için nasıl bir toplumsal düzen uygun gördülerse, o düzende yaşıyoruz.
Darbeden sonra 1961’de bize yeni bir anayasa yaptı askerler. Aradan on yıl geçti, 1971’de bu kez aynı askerler, kendilerinin yaptığı o anayasayı “fazla lüks” bulup 12 Mart darbesiyle onu budadılar.
Bu yeni yapıyla ancak 9 yıl idare edebildik. Bu kez, bütün ülkede sıkıyönetim varken, hemen hemen bütün yetkiler ellerindeyken; sabah bir solcuyu öldüren bir silahla akşam bir sağcı öldürüldü, darbenin koşulları iyice olgunlaştı ve 12 Eylül 1980 Cuma günü ABD’nin “bizim çocuklar”ı darbe yaptı.
Bu kez aynı askerler, daha önceki askerlerin yaptırdığı, on sene sonra da aynı askerlerin “fazla lüks” bulup değiştirdiği anayasayı “hepten lüks” buldular, onu yırtıp çöpe attılar, tam kafalarına göre bir yeni anayasa yaptılar.
*
Bu yeni anayasayla, bize yepyeni bir hayat uygun gördüler.
Bizim için yeni bir siyasi partiler, yeni bir seçim, yeni bir toplantı ve gösteri yürüyüşleri, yeni bir terörle mücadele kanunu yaptılar.
Üniversitelere YÖK düzenini getirdiler.
Hukuk sistemine Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ni hediye ettiler.
Yeni bir sendikal nizam kurdular.
Derneklere ve sivil toplum kuruluşlarına yeni bir “ayar” verdiler.
Başımıza PKK’yı bela ettiler. Baştan ayağa bize yepyeni bir elbise kesip biçtiler. Elbisenin bol, dar gelmesi, kolunun bacağının sarkması, içinde çirkin görünmemiz, üzerimizde pek fiyakalı durmaması pek umurlarında olmadı. Kendi üniformalarına benzer haki renkli bir elbise dikmişlerdi bize, giymek mecburiyetindeydik.
Giydik!
*
Aradan yıllar geçtikten sonra bir de baktık ki o elbise bize dar, bol, yamuk geliyor, bizi kılıksız gösteriyor. Aynı elbiseyi bu kez üstümüzdeyken düzeltme yoluna gittik. Sağından solundan kestik, biçtik, içinde debelenmeye çalıştık, derken bu kez “Biz kimi başınıza yönetici yaptıysak, o sizi yönetecek, ne diye gidip ‘irticacılara’ oy veriyorsunuz, bre gafiller” deyip 28 Şubat darbesini yaptılar. Şimdi hedeflerinde “dindarlar” vardı, onlara kan kusturdular.
*
Sonra AK Parti’yle birlikte halk hepten “dindarları” başımıza getirdi. Erdoğan ve arkadaşları “makus talihimizi” değiştirmek için kolları sıvadı.
Çok kızdılar.
Biz de amma oyun bozandık.
Oysa en akıllılarımız onlardı. En çağdaşlarımız, en Atatürkçülerimiz, en yol yordam bilenlerimiz, en modernlerimiz, en ilericilerimiz...
Bizi “irticadan” korumaya çalışırlarken ille de gidip “mürtecilere” oy veriyorduk.
Ne laftan anlamaz, ne “iflah olmaz” bir millettik yahu biz böyle!
*
27 Nisan’la tekrar tepemize binmek istediler.
Ama bu sefer bizi onlara teslim edip “şapkasını alıp gidecek” birisi yerine Recep Tayyip Erdoğan vardı; ona çarptılar.
15 Temmuz’da ise en fenası oldu. Hiç tahmin etmediğimiz bir yerde karşımıza çıktılar.
Kara kıyafetler içinde olması gereken “şeytanın askerleri”, bu kez haki kıyafetler içinde silah doğrulttular hepimize.
Öncekiler gibi, beğenmedikleri hayatımızı yeniden tanzim etmek için değil, bu kez hepten hayatımızı karartmak üzere üzerimize vardılar.
Meclis’imizi bombaladılar.
Topumuz, tüfeğimiz, uçağımızla bizi vurdular.
Bizden 240 kişiyi “yasal mermilerimizle” şehit ettiler.
*
Şairden desturla, “demeğe de dilim varmıyor ama, kabahatin çoğu” bizimdi aslında.
27 Mayıs’ta Menderes’i istediler, verdik. Üstelik yanında Polatkan ve Zorlu da cabası.
12 Mart’ta Gezmiş’i istediler, verdik. Üstelik yanında İnan ve Aslan da cabası...
12 Eylül’de bizden 210 bin kişiyi alıp götürdüler, bunlardan 50’sini darağacına gönderdiler.
28 Şubat’ta rahmetli Erbakan Hoca’yı istediler, neyse ki bu kez hükümeti almakla yetindiler.
27 Nisan’da bir deneme daha yaptılar. Erdoğan çıktı karşılarına.
15 Temmuz’u beklediler, bu kez Erdoğan’ı bizden almaya yeminliydiler.
Ama bilmiyorlardı ki, verdiklerimizin acısı, evlat acısı gibi oturmuştu hepimizin içine.
Ne teslim olacak bir Erdoğan, ne de Erdoğan’ı onlara teslim edecek bir halk vardı artık bu memlekette.
*
Bunu ancak 55 yıl, yani yarım asır sonra başarabildik.
Şimdi sıra bizde.
Kendi anayasamızı kendimiz yapalım.
Kendi kurumlarımızı kendimiz inşa edelim.
Nasıl bir düzen istiyorsak, öyle bir düzende yaşayalım.
Hazır belki de tarihimizde ilk defa aynı şarkıyı hep bir ağızdan söylemeye başlamışken, yapabiliriz bunu.
İlk defa farklı yerlerden baksak bile, aynı şeyi gördüğümüz bir zamanı yaşıyoruz.
Bu fırsat her zaman geçmez ele.