Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Babam 80 küsur yaşında öldüğünde, 3 kurşun yarasının kabuk bağlamış 3 izi vardı vücudunda. Kurşunlardan biri kulağının arkasını, biri boynunu sıyırmış, biri de omzundan girip çıkmıştı. 3 İngiliz kurşununun açtığı 3 yara izini ölünceye kadar taşıdı bedeninde.

        *

        Mareşal Allenby 8. Ordu’yu Filistin cephesinde yenilgiye uğratalı çok olmuş, Mustafa Kemal’in başında bulunduğu 7. Ordu “ricat” etmiş, Osmanlı ordusunun morali bozulmuş, 300 bin asker kaçağı eşkıya olup dağa çıkmış; Arap çöllerinde, sarı sıcakta kış urbaları var leşkerin üstünde, tayına ise her zamanki gibi kıran girmiş, “İslam birliği efsanesi” tarumar olmuş; Arapların yönü bellidir artık, Britanya’nın kazanacağı aşikar; tekmil Araplar, Osmanlı’ya yüz çevirip sadakatlerini Britanya’ya yöneltmişler. O saatten itibaren, karargâhlarda Arapların “güvenilmezliği” üzerine yarenlik yapıyor zabitler. Ne de olsa ilk fırsatta, Osmanlı’yı arkadan hançerlemişler.

        *

        Irak, Britanya’nın bando mızıkalı, kırmızı urbalı ordusunun işgali altına girdiğinde, Mustafa Kemal böbrek sancıları çekmekte, şimdi İstanbul’dadır. Sefer görev emri Samsun’adır bu kez. Erzurum’da Kürt aşiretlerini toplayıp “vatanın bağrına saplanmış olan hançeri” çıkarmak için bir çare ararken, Britanya Arap yarımadasının tümüne hâkimdir artık neredeyse.

        Zaten 3 yıl önce gelip hiçbir direnişle karşılaşmadan İstanbul’u işgal edenleri de cabası...

        *

        Erzurum’dan Sivas’a giden, burada da aynı Kürt aşiretlerini yanına alan, Amasya Tamimi’yle de aynı güvenin verdiği havayla “kurtuluşa” biraz daha iman getiren Mustafa Kemal, Anadolu direnişini adım adım örgütlerken, Kürt aşiretleri tarafından gâvura karşı bir direniş de Irak’ta örgütlenmektedir.

        *

        Tam bu sırada Musul’da bir İngiliz hâkimi, 6 muhafızıyla birlikte sokak ortasında öldürülür. Cinayeti Amediyeli Hacı Şaban Ağa’nın adamları işler. Şehre destursuz giren bir kâfir, Müslümanları yargılamaya cüret etmiş! Heyhat biz öldük mü? Alnının çatısından vururlar!

        Aşiret ağalarına ulaşan gizli bir “direniş emrinin” işaret fişeğidir bu eylem. Buyruk İslam’ın halifesinden gelmiş gibi telakki edilir, “Halife’nin emri başımız gözümüz üstüne” der tekmil Kürt aşiret beyleri; dağ dağ salavat getirirler.

        Berwari aşiretinin lideri Hacı Reşit Bey’in başkanlığında, Amediyeli Hacı Şaban Ağa, Dostki aşireti reisi Tahirê Hemzan ile Guli aşireti lideri Sadiqê Biroy bir araya gelir, Kuran üzerine kasem ederler. 4 büyük aşiretin, namı bütün bu coğrafyaya yayılmış 4 büyük ağası, bütün adamlarıyla gâvura göğüslerini siper edecekler.

        Britanya’nın işgal ordusu, Geliyê Muzîrkan’dan (Mızuri Vadisi) geçecek, istihbarat bu yöndedir. 4 ağanın yaklaşık 200 kişiden oluşan milis ordusu, kırık tüfekleriyle orduyu vadide sıkıştıracak, tekmil gâvuru cehenneme yollayacak; plan bu yöndedir!

        *

        9 Ağustos 1919 sabaha karşı, vadinin girişinde pusu kurar Kürt aşiret fedaileri... Hacı Reşit Bey’in emri katidir. Bütün ordu vadiye girmeden kimse ateş etmeyecek! Vadiye bakan yüksek bir yerde sipere yatmış bir gözcü tek el ateşle haber verecek, sonra ateş başlayacak. Oysa erken ateşler gözcü tüfeğini. Bando mızıka eşliğinde yürüyen ordunun bir kolu girmiştir henüz vadiye. İngilizler uyanır, makineli tüfek karşısında, namludan doldurmalı “darcu”, “keçiça” tüfekleri çaresizdir. Aşiret direnişçilerinden kurtulan olmaz, hepsine şahadet şerbetini içirirler orada İngilizler.

        *

        Aşiret milisleri içinde bulunan “bıyıkları yeni terlemiş” olan babamın payına 3 mermi düşer. Yığılır yere, saatler sonra varırlar cesedinin başına, can çekiştiğini hissettirmez gâvura, ölü taklidi yapar. Önce koynunu yoklarlar, gümüş tütün tabakasını, kehribar tespihini alırlar. Sonra belini saran 5 kulaçlık kumaş kuşağının ucundan tutup cesedini yuvarlarlar, yüzlerce cesedin içinde 2 gün inler. 2 gün sonra ölüleri almaya gelenler, onu orada yaralı halde bulurlar.

        *

        Mustafa Kemal, 2 yıl sonra ilk Meclis’i açtığında, Süleymaniye’deki Kürt münevverleri, -ki çoğu Mekteb-i Sultani’den mezundur- en güzel kıyafetlerini giymiş, Ankara hükümetinden mebus olarak bir çağrı beklemekteler. Oysa o çağrı hiç gelmez. Onlar çoktan İngilizlerin kurdurduğu Irak hükümetinin insafına terk edilmişler bile.

        Oysa hiçbiri kendini Iraklı olarak görmüyordu. Hepsi muasır medeniyete yelken açmaya hazırlanan yeni Türkiye’nin bir yurttaşı olmak istiyordu.

        Eğer kurucu babalar o zaman, Kürtlerin büyük çoğunluğunu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yurttaşı yapmayı göze alsalarmış, belki de “Kürt meselesi” o günden bugüne kalan ve her daim kanayıp duran bir “Şark çıbanı” olarak kalmayacaktı bağrımızda.

        *

        Nedense, geçen hafta kerameti kendinden menkul bir tekaüt zabitin, “Kürt aşiretlerinin borçlarını ödeyen İngilizler, ikinci bir darbeye hazırlıyor onları” hezeyanını okuyunca bir muhafazakâr gazetenin manşetinde, “babamın yaraları” geldi aklıma.

        Ölünceye kadar o yaraları zaman zaman Kürdilihicazkâr makamında sızılı bir türkü eşliğinde gösterirdi bana.

        Belki de günün birinde, tekaüt bir zabitin hezeyanı sonrasında, bu yazıya konu olsunlar diye...

        Diğer Yazılar