'Şeb-i arus' yani 'düğün gecesi' kimin düğünüdür?
ÖNÜMÜZDEKİ hafta “şeb-i arus” yani Mevlânâ’nın vefat yıldönümü ya, koşuşturmalar haftalar öncesinden başladı...
Koşuşturma dedimse o gece naatı kimin okuyacağından, hangi âyinin icra edileceğinden, posta kimin geçeceğinden yahut semâzenlerin belirlenmesinden falan değil, “Ne yapalım, edelim de şeb-i arusu şöyle tam mânâsı ile bir şova çevirelim” koşuşturmasından bahsediyorum...
İstanbul’da düzenlenecek olan şeb-i arusa binlerce kişi katılacakmış, memleketin popçusundan türkücüsüne, ilâhicisinden arabeskçisine kadar isim yapmış bazı okuyucuları da sahneye çıkıp Mevlânâ’nın şiirlerinden besteledikleri yeni şarkıları ve türküleri icra edeceklermiş!
Böyle toplantılarda uzun, bitmeyen ve dinleyeni baydıran konuşmalar yapmadan olmaz ya! Hoşgeldiniz nutuklarından sonra kürsüye protokole mensup zevât-ı muhteremeden birileri çıkar, o iner, yerini bir başkası alır, bu böyle devam edip gider, ardından türküler, şarkılar, ilâhiler çalınıp söylenir ve zaman kalırsa lûtfedilip bir de Mevlevî âyini kısaltılmış şekilde okunur!
Şeb-i arus, senelerden buyana işte böyle bir nutuklar ve hânendeler resmigeçidi hâlindedir...
EVLENEN SANKİ SEN MİSİN?
Zira, “düğün gecesi” demek olan “şeb-i arus”, artık bir başka şekilde, tam tersinden anlanır hâle geldi ve dolayısı ile bir “yâdetme merasimi” olmaktan çıkıp panayır şenliği havasındaki kutlamaya döndü...
Mevlânâ’nın eserlerini okuyanlar yahut mistik metinlere âşinâ olanlar iyi bilirler: Ölüm, ölen kişinin “kıyametidir”, ölüm ânı o kişi için “düğün” gibidir, zira mutlak varlığa kavuşacaktır. Mevlânâ’nın kendi vefatı hakkında kullandığı “düğün gecesi” kavramı da bu inanışın edebiyata aksetmesidir ama ifadede bahsi geçen “düğün” etraftakilerin, şunun, bunun, benim yahut sizin için değil, vefat edenin sadece şahsına ait olan düğünüdür ve düğünün başlangıcını da gelen ecel teşkil eder!
Bilgi artık kaybolduğu, anlayış değiştiği ve Mevlânâ da bir çeşit ticarî metâ haline getirildiği için şimdi “mutlak varlığa kavuşan o değil, biziz!” havasındayız. Ölenin “düğünü” ve “kıyameti” olan “şeb-i arus”u demeçlerle, şarkılarla ve türkülerle şen-şakrak, vur patlasın çal oynasın bir hâle getirmemizin sebebi budur!
ROCK KONSERİ DE VERİRLER!
Semâın defilede, sünnette, konserde, baloda ve hattâ durup dururken havaalanında bile yapılmasını ve semâzenlerden bazılarının “döner sermaye” halini almış olmalarını bir tarafa bırakalım... Mevlevî âyinlerini biliyor iseniz ve âyinlerin şeb-i arus törenlerinde bugün nasıl icra edildiklerine dikkat edecek olursanız bir garabetle karşılaşırsınız: Âyinler de, her âyinin başında okunan Mevlevî naatı da kısalmış, komprime hâle getirilmiştir! Âyinlerin “selâm” denen ve güftesini Mevlânâ’nın şiirlerinin teşkil ettiği bölümlerinde güftenin tamamı okunmamakta, birkaç mısradan sonra öteki selâma geçilmekte, diğer selâmlar da kırpılıp bir-iki dakikaya indirilmektedir; naat da zaten aynı şekilde kesilip biçilmiş, güdükleştirilmiştir.
Sebep mi? Konuşmalara, şarkılara ve türkülere zaman ayırma derdi!
Mevlevî âyinleri ibadet değil, mistik bir merasimdir ama mistisizminden soyutlanıp halk konseri hâline getirilmişlerdir ve yakın bir gelecekte sadece birkaç dakikalık âyinlerin öncesinde sözleri Mevlânâ’ya ait yeni bestelerden oluşan rap, rock yahut heavy metal konserleri verilmesi de muhtemeldir!