İşte, Sarıkamış kumandanının tam bir asır önce bu hafta yazdığı facialar resmigeçidi
Sarıkamış’ta tam yüz yıl önce bugünlerde perişan olan 3. Ordu’nun kumandanı Hafız Hakkı Paşa’nın bir asır boyunca saklı kalan günlüğü, bozgunu bütün hüznü ile ortaya koyuyor.
Bundan tam bir asır önce bugünlerde yaşanan ve tarihimizin en büyük askerî bozgunlarından olan Sarıkamış felâketinden ne zaman bahsedilse, hemen Enver Paşa’nın ismi hatırlanır ama bozgunun sorumlularının başında gelen bir başka kumandan daha vardır: Hafız Hakkı Paşa... İşte, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış günlüğüne bundan tam bir asır önce bugünlerde yazdığı ibret verici facialar...
BU hafta tarihimizin en hüzünlü yenilgilerinden birinin, 1914 Aralığı ile 1915 Ocak’ındaki Sarıkamış bozgununun, yani onbinlerce Mehmetçik’in Allahuekber Dağları’nın karında, tipisinde ve fırtınasında can vermelerinin tam yüzüncü yıldönümüdür.
“Sarıkamış” dendiğinde bizde hemen zamanın Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili olan Enver Paşa hatırlanır, bozgundan sadece o sorumlu tutulur ama büyük mağlûbiyetin yaşandığı o cephede bir başka kumandan daha vardır: Enver Paşa gibi sarayın damadı olan ve rütbeleri hızla yükseltilen Hafız Hakkı Paşa...
GERİYE İKİ DEFTER KALDI
Sarıkamış harekâtından önce Osmanlı Genelkurmayı’nın ikinci başkanı olan Hafız Hakkı Paşa, harekâtın ardından önce Sarıkamış’taki 10. Kolordu’nun, kısa bir müddet sonra da 3. Ordu’nun başına getirilmiş, bozgunu bizzat yaşamış ve cephede kaptığı tifüs yüzünden 15 Şubat 1915’te Erzurum’da vefat etmişti.
Hafız Hakkı Paşa’dan geriye bozgunun acı hatıralarının yanısıra bir de günlük kaldı: Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’na girişimizden başlayarak Sarıkamış Muharebeleri sırasında tuttuğu, askerî vaziyetin yanısıra şahsî hissiyatını ve memleketin geleceği hakkındaki görüşlerini de yazdığı iki küçük defter...
YILDÖNÜMÜNDEKİ YAYIN
Paşa’nın günlüğü senelerden buyana bende idi, tam metnini bu hafta kitap olarak yayınladım ve bu yayın tarihin garip bir cilvesi olarak Sarıkamış bozgununun tam yüzüncü yıldönümüne rastladı!
ENVER PAŞA’YI SUÇLADI
Günlük bugüne kadar bilinen bazı hususların yanlış olduğunu, meselâ Sarıkamış harekâtının Almanlar’ın yahut Enver Paşa’nın fikri olmadığını, Osmanlı Genelkurmayı’nı Hafız Hakkı Paşa’nın ikna ettiğini göstermektedir. Paşa, üstelik sadece Sarıkamış’tan değil Batum’dan, Kars-Ardahan Hattı’ndan ve Kafkasya’dan da bahsetmekte ve Napolyon Bonapart’ın 1796’daki İtalya seferini örnek almakta, hattâ yaşadığı büyük bozgundan sonra bile hâlâ Şark Cephesi’nde yeni bir harekâta başlanmasını istemektedir!
Ortada bir başka tuhaflık daha vardır: Daha önce “Ruslar’a mutlaka saldırmamız lâzım” diyen Hafız Hakkı Paşa bozgunun ardından bütün bunları unutmakta, hatâlardan Enver Paşa’yı sorumlu tutmakta ve “Ah Enver! Ah! Bu kış seferini ta’cil etmek (hızlandırmak), sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin” demektedir!
Bu sayfadaki kutuda, Hafız Hakkı Paşa’nın günlüğüne bozgun öncesinde ve sonrasında yazdığı ibret veren bazı ifadeleri okuyabilir ve Sarıkamış konusunu yeniden değerlendirebilirsiniz...
BOZGUNUN GETİRDİĞİ RUHÎ SARSINTI PAŞA'NIN SATIRLARINA AKSETMİŞTİ
■ BOZGUN ÖNCESİNDE YAZDIKLARINDAN:
“...Binaenaleyh, ümit var. Muvaffakiyet Allah’tan! Cür’et etmeyen kazanamaz.
...Vaziyetin hallini ancak cür’et ve şiddette görüyorum. Harp başlamadan evvel son derece ihtiyatkâr olduğum halde şimdi artık bütün şiddetle cür’etkâr davranmak lüzumunu hissediyorum ve bütün mantığımla ve zekâmla bu esası yürütmeye çalışıyorum ve hamdolsun yürütüyorum. ... Esasen, cür’etkâr kararlara Nâzır (Enver Paşa) daima taraftar. ...Herhalde, Cenab-ı Hakk’a çok şükrettim. Kanaat-i vicdaniye (vicdanî kanaat) ile doğruluğuna kanî (emin) olduğum kararlar aynen tatbik ve icra ettiriliyor.
...O halde bu karanlık vaziyetten sevkü’l- ceyşçe (strateji bakımından), iâşece, siyasetçe ancak bir türlü çıkabiliriz: Cür’et ve şiddetle.
...Ordu sür’atle taarruzla Kars-Ardahan hattını tutmak muvaffak olursa orada Ruslar’ın birçok erzakını da bulur. Oradan firar edecek olan Rus ahalinin bırakacağı kışlık zahire de ayrıca üzerine caba!
...Binaenaleyh ordu sür’atle taarruz etmeli ve behemahal şu bir-iki ay içinde, yani memleket erzakı bitmeden Kars-Ardahan- Batum’u zapta çalışmalıdır. Tarafeyn (iki taraf) ordularının vaziyetince bu pek kabildir... Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya girmeliyiz.
...Biz kazanırsak başımız dik olarak 30-40 sene sulh içinde göstereceğimiz faaliyet ile bütün Şark’ı sefaletten kurtaracağız. Biz batarsak yüz milyonlarca zeki, masum şarklılar, Türkler, İslamlar uzun esaret ve sefalet devirleri geçirmeğe mahkûm olacaklardır. Allah âdildir, maksadımız pek büyüktür, azmimiz mezîddir (çoktur), tedâbirimiz (tedbirlerimiz) mümkün olduğu derecede ...iyidir. Binaenaleyh muvaffakiyetimiz emindir.
...Bu devlete Kafkasya, Rumeli’nden alınacak parçaya nisbeten yüz defa daha mühimdir. Devletin Kafkasya’yı ihmal ederek yine Rumeli’ye ehemmiyet verilmesi Kanunî devrinden beri başlayan felâketleri temâdî (devam) ettirmek demektir.
■ BOZGUNUN ARDINDAN YAZDIKLARINDAN:
“...Hastaların yemekleri ve hâli bir türlü düzelmiyor. Bugün yine birçok adam dövdüm ve zannederim, artık düzeliyor derken yine bir felâket karşısında bulundum.
...Hastahane denilen ahıra girdik. Yine iki ölü var idi. İçeride bir telâş! Su değil, ekmek satılıyordu. İriyarı bir çavuş 60 para-5 kuruşa ekmek satıyordu. Öldüresiye dövdüm. Taşla kafasını ezdim. Firara koyuldu. Yanımda küçük Münir (mülâzim), yetiştim. Münir herifi altına aldı. Bir kasatura buldum, kafasını gözünü parçaladım. Hastalar ağasını da berbad ettim.
Of, hele muhacirlerin sefaleti. Ağlayan, el-ayağı donmuş, çocuklar, ihtiyarlar, kadınlar, ihtiyarlar...
Yârabbi! Ben bu sefalete sebep olmadım, ben bu harbi tehir için çalıştım. Ben bu muzafferiyeti tam yapmak için uğraştım. Olsun! Bu felâketleri de tamire çalışacağım ve elbette muvaffak olacağım.
...Yerler buzlu, atla yuva[r]landım. Höyük yolu hasta, muhacir, yaralı ve firarilerle dolu. Vesikasızları çeviriyorum. Yolda birkaç cenaze gömdürüyorum. ...Her tarafta sefil ve perişan muhacir kafileleri.
...Yolda nâmütenahi (sonsuz) döküntü. ...’Mevzide asker yemek yedi mi?’ dedim. Bir haftadır kuru ekmek ve biraz kavurma yiyormuş. ...Emir verdim: Kazanlar celbedilsin (getirilsin) ve behemahal (hemen) sıcak yemek yedirilsin. ...Kolordulara emir verdim, askerin sıcak yemek yediğini bana haber verecekler.
...Kaçakları bilâinsaf (acımadan) idam ediniz ve her gün ne kadar idam ettiğinizi bildiriniz.
...Hastahanelerin diğer bir derdi de mes’ul memuru ve lüzumu kadar ismi, muayyen ve mes’ul hizmetçi olmamasıdır. Ahaliden 45 yaşından yukarı erkek ve her yaşta kadın ...hizmetçi diye tayin edilmeli ve vazifesinden kaçanlar idam edilmelidir. Her koğuşta ...birkaç su tenekesi, bir iki oturak ve birkaç maşrapa ve bir lâmba behemahal bulunmalıdır.
...Muhacirler mes’elesi bir felâket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar. ‘Keşke Rus elinde olup şehid olsa idik!’ diye bağıranlardan gece gündüz kadın, çocuk vaveylâsı! Ah Enver! Ah! Bu kış seferini ta’cil etmek, sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin”.
PAŞA'NIN HANIMININ İSYAN MEKTUPLARI
HAFIZ Hakkı Paşa, Beşinci Murad’ın oğlu Şehzade Selâhaddin Efendi’nin kızı Behiye Sultan ile evli idi ve Osmanoğlu ailesinin 1924’te Türkiye sınırları dışına çıkartılması sırasında zorunlu sürgüne gidenler arasında Behiye Sultan da vardı.
Aşağıda, Behiye Sultan’ın 1934’te, sürgünde bulunduğu sırada aile mensuplarına yazdığı mektupların bazı bölümlerini naklediyorum...
Behiye Sultan, bu mektupları Son Halife Abdülmecid Efendi’nin Türkiye dışındaki memleketlerde kalan ve Osmanlı İmparatorluğu’nda “tâcın malı” demek olan Hazine- i Hassâ’ya ait gayrımenkulleri bulundukları memleketlerden alıp aileye miras hisselerine göre dağıtabilmek için başlattığı hukukî girişim sırasında yaşanan anlaşmazlıklar sırasında kaleme almış. Hafız Hakkı Paşa’nın hanımı aile mensuplarına, Türkiye’deki bazı dostlarına ve hattâ o devir Ankara’sının önde gelen isimlerine de gönderdiği bu mektuplarında Halife’yi ve aile mensuplarını suçluyor...
IKI ODALI BIR DAIRE
İşte, Behiye Sultan’ın 22 Eylül 1934’te yazdığı mektubundan bazı bölümler:
“...Bugün bu mektubu hür Fransa’nın toprağında, Türk milletine karşı gösterdiğimiz haksızlıkların pek tabiî bir neticesi olarak çıktığımız hudud haricinde yazıyorum.
Memleketimizde olsa idim, ailem tarafından bu kâğıd üzerine maaşım kesilir ve kapıma iki süngülü konularak bir siyah maymun musahib (“haremağası” demek istiyor) tarafından ihtilâttan menolunduğum (başkaları ile görüşmemin yasaklandığı) haberi gelirdi.
Cenab-ı Hakk’a şükür, iki odalı apartmanımda kimse asker koyamaz. Yaşasın cumhuriyet.
Bizi millet memleketimizden kovdu, büyük felâketten mütenebbih olamadık (aklımızı başımıza alamadık). Merhum zevcim daima gözyaşları ile bana derdi ki, ‘Zavallı kadın. Sen kendi ailenin yüzünden felâketlere uğrayacaksın’.
MEKTUBU HERKESE GÖNDERMIŞ
On sene evvel sevgili vatanımdan gözyaşları ile kendi ailemin hatâları yüzünden ayrıldım. Onuncu sene dahi hakkım olan paraya ailem tarafından hiçbir azab-ı vicdânî (vicdan azabı) duyulmadan gasbolunuyor, bugün milletin parasıyla alınan ev karnımı doyuruyor. Yaşasın millet. Ey koca şehid, başını kaldır, sözlerinin tecellisini gözlerinle gör.
...Teessüfle yazıyorum; ailenin ihtiyarı, ortası, genci, cümlesinin yalnız beklediği ve istediği saltanat, para, intikam. Evlâd, aile muhabbeti kimsede yok. İçlerinde evlâdlarını sokağa atanlar, ne mâişetini ve ne de hayatını düşünmeyenler var. Yine mütenebbih olmadık, yine birbirimizin felâketini hazırlıyoruz.
Elli dört yaşıma kadar ailemden gördüğüm hadsiz-hesapsız fenalıklara artık pek haklı olarak isyan edip fevkalâde müteessir olarak elhamdülillâh cumhuriyet sayesinde dalkavukça hiçbir kelime yazmadan hakikati bütün açıklığıyla meydana koyuyorum. Artık ölürsem gözüm kapalı gideceğim.
Düşen namuslu bir askerin haremiyim. Yapılmak istenen bu son haksızlığı herkesin bilip anlaması için bu mektubun bir suretini Türkiye’ye ve diğer Müslüman tanıdıklarıma gönderiyorum”.