İdam ceza mı, yoksa temizlik midir?
VAHŞET, Türkiye’de artık vak’a-i âdiyyeden oldu. Özgecan’ın düşürdüğü ateş daha küllenmeden daha başka cinayetler, cinayetten de öte facialar yaşandı; yakalanabilen failler şimdi hâkim önüne çıkarılmayı bekliyorlar.
Artık neredeyse katliam hâlini alan bu cinayetler üzerine, çok kişi haklı olarak idamın geri getirilmesini istiyor. Büyük çoğunluk bu işleri eden canilere verilebilecek tek cezanın idam olduğunu söylerken her zamanki hassas, nazik, hümanist ve aşırı duyarlı kesim “Aaaa, hiç öyle şey olur mu? İdam cinayettir! Başkasının hayatını elinden almaya toplumun ne hakkı var? İnsan haklarııııı!” diye karşı çıkıyor!
Bizim eski hukukumuzda, işiteni bile çileden çıkartan böylesine ağır suç işlemiş olanlara verilen idam hükümlerinde “vücûd-ı nâ-pâkinin izâlesi”, yani “pis vücudunun ortadan kaldırılması” mânâsına gelen bir ifade geçer. Bu, Özgecan hadisesindeki gibi ikrah ettirici suç işlemiş olanın idamı demektir ama idam kararı aslında suçun karşılığı olarak verilmiş bir ceza değildir, suçlunun dünya için “pislik” teşkil eden canının alınması ve dolayısı ile ortalığın temizlenmesidir. Zira suçlu öyle bir iş etmiştir ki, verilebilecek en ağır ceza bile kâfi gelmemekte; dünya için bir “kir” olan vücudunun ortadan kaldırılması istenmektedir.
İNGİLİZ’İN DAYAK KANUNU
O devirlerin idamlarında çengel, kazık yahut kafayı büyük mermer havanlarda ezme gibisinden büyük ıstırap veren metodların uygulanma sebeplerinden biri de budur: Suçlunun dünyayı pislettiğine inanılanın canının alınması ama bu işin öyle şıp diye öldürerek değil, binbir eziyet çektirerek yapılması...
Son haftalarda yaşanan cinayetler gibisinden hadiselerin failleri için idamın geri getirilmesi bence de lâzımdır ve infazlar eskiden olduğu gibi ceza değil, “temizlik” vasıtası olacaktır!
Daha önce de yazmıştım: Ben sadece idamın değil, bir başka cezanın da tekrar geri gelmesini istiyorum: Hem bizim eski kanunnâmelerimizin, hem de 1970’li senelere kadar İngiliz hukukunun değişmez unsuru olan uygulamanın, yani “resmî” dayağın...
Hâkim kararı ile dayak geçmişte Türkiye’de, İngiltere’de, İngiliz sömürgelerinde ve daha başka memleketlerde asırlar boyunca hep resmî ceza olarak vârolmuştu. Biz dayağı Tanzimat sonrasında askerî mektepler dışında kaldırdık ama İngiltere’de 1970’lere kadar devam etti. Mahkemeler suçun çeşidine göre hem hapis hem de kırbaç cezasına hükmettiler. Donanmada ve hapishanelerde disiplin, yüzyıllar boyu şimdi uçuk cinsel fantezilerin vasıtası olan “cat o’nine tail” yani “dokuz kuyruklu kedi” denen kırbaçla sağlandı.
Kaba ete vurulan ve “spanking” denen dayak ise, İngiliz okullarında 1980’lere kadar resmî ceza şekliydi; hattâ Kraliçe Elizabeth’in öğrencilik senelerinde arada bir azgınlık eden oğlu Prens Charles’ın bile bu şekilde güzel bir sopa yediği bilinirdi. Okullarda dayağı 1980’lerde yasaklayan İngiltere’de serseriliğin son zamanlarda gittikçe artması üzerine sopaya yeniden dönülmesi konusu şimdilerde yoğun şekilde tartışılıyor; üstelik bu ceza eskiden İngiliz sömürgesi olan Singapur’da ve Malezya’da sadece okulda değil, kanunlarda bile hâlâ duruyor ve sık sık uygulanıyor.
1950’LERDE TARTIŞMIŞTIK
Dayak konusunun unuttuğumuz bir tarafı daha var: Sopanın hâkimin eline verilmesi meselesi bizde özellikle 1950’li senelerde yoğun şekilde tartışılmış, cezanın uygulamaya konmasının öncülüğünü o devrin en etkili yazarlarından olan Ref’i Cevad Ulunay yapmış ama Ceza Kanunu’nu değiştirmek mümkün olmamıştı. Gerekçe ise öyle “insanî düşünceler” falan değil, o devrin dayağı ile meşhur olan karakollarında işin çığrından çıkması ve aklına esen polisin kendisi hâkim yerine koyup her vesile ile sopaya müracaat etmesi endişesi idi.
Bazı kesimlerin “Aman yaaaa, sıkıldık...” demekten başka bir karşılık vermeyeceklerinden emin olduğum bir gerçeği de hatırlatayım: “Özgürlükler ülkesi” Birleşik Amerika’da 2000’den buyana idam edilenlerin sayısı tam tamına 325’tir ve sadece Teksas’ta bugün itibariyle 271 katil “death row”da, yani idam listesinde ölümü beklemektedir.