Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İLKBAHAR ayları eskiçağ Mezopotamya’sında âyin mevsimi idi...

        İnsanlar baharın gelişi ile tabiatın canlanmasını parlak âyinlerle kutlarlardı ve bu gelenek sonraki asırlarda eski dünyanın Yunan, Roma ve Pers gibi daha birçok medeniyetinde âdet hâlini aldı.

        Âyinlerin ve kutlamaların temelinde bir tanrıça ile bir de tanrı vardı: Değişik medeniyetlerde “Astarte”, “Afrodit”, “İştar”, “Venüs” vesair isimler verilen bereket ve aşk tanrıçası “İnanna” ile yine farklı kültürlerde “Marduk”, “Adonis”, “Attis”, “Osiris”, “Baal”, yahut “Asur” denen enerji ve güç tanrısı “Dumuzi”, yani bildiğimiz Temmuz...

        Binlerce sene öncesinin Sumer kültüründe inancın temel kavramları olan İnanna ile Dumuzi tarih boyunca böyle medeniyetten medeniyete, kültürden kültüre ve toplumdan topluma seyahat ederlerken isim ve kimlik değiştirdiler.

        İkilinin değişmeyen özelliği yılda bir defa ilişkide bulunmaları, bu ilişkiden sonra tabiatın dirilmesi, dirilmenin belirtisi olarak da ilkbaharın gelmesi idi. Tarlaların ekin vermesi, dondurucu soğukların nihayet bulması hep bu birleşme sayesinde oluyordu ama yaz sıcaklarının ardından Dumuzi karısı İnanna’yı tekbaşına bırakarak yeraltına iner ve bir sonraki ilkbahara kadar orada, karanlıklar ülkesinde kalırdı!

        ÖKÜZÜN ÇEKTİĞİ TANRIÇA

        Değişik medeniyetler bu birleşmeyi her sene büyük törenlerle kutlamış, tapınaklarda ve meydanlarda parlak âyinler yapmışlar, hayatın İnanna ile Dumuzi’yi memnun eden bu âyinler sayesinde devam edip bolluğun ve refahın artacağına inanmışlardı. Mezopotamya’dan Lübnan’a, Filistin’e, Suriye’ye ve Kıbrıs’a uzanan bu âyinler, birkaç bin sene sonra bazı farklılıklarla Roma İmparatorluğu’na kadar gitti ve oradan da Hristiyanlığa geçti.

        Romalılar, bundan 2 bin 200 sene kadar önce eski bir Frigya inancını benimsemiş, Frigya’nın bereket tanrıçası Kibele ile bitki ve ağaç tanrısı Attis için her ilkbaharda parlak âyinler yapmaya başlamışlardı. Bu inanç eski Mezopotamya inancının şekil değiştirmiş hâli idi, Kibele aslında İnanna’nın, Attis de Dumuzi’nin isim değiştirmiş şekillerinden ibaretti. Kibele’nin âyinler sırasında Frigya’da öküz arabası ile taşınan heykeli Roma’da da asırlar boyunca bu şekilde taşındı, daha sonra şehrin merkezindeki zafer tapınağına kondu, Frigya yolu ile Roma’ya kadar uzanan Sumer tanrıçası İnanna böylece yeniden kutsallık kazandı ve Venüs ismini aldı!

        İnanna ile Dumuzi’nin macerası bu kadarla da kalmadı. Eski Mezopotamya sâkinlerinin yeraltına inen tanrı Dumuzi için yaptıkları âyinler Hristiyan dünyasında Hazreti İsa’nın çarmıha gerildikten sonra gökyüzüne yükselmesinin hatırasına düzenlenen âyinler, yani “Paskalya” hâlini aldı. Eski İran dininde mevcut olan ve temeli yine Sumer, eski Sâmi medeniyetleri, Bâbil ve Asur inançlarına uzanan güneş Tanrısı Mitra’nın her sene karanlık âleme gidip dönmesini temsil eden kutsal doğum inancı da zamanla Hristiyanlar’ın Noel’ine dönüştü; Dumuzi’nin yine Hristiyan dünyasında “Paskalya” olarak kutlanan tekrar dirilişi de Yahudilikte “Pesah”, yani “Hamursuz Bayramı” oldu.

        KİM, NEDEN UYDURDU?

        Sumerler’in ardından gelen bütün medeniyetler, hayatın ilkbaharda yeniden canlanmasını temsil eden İnanna ve Dumuzi buluşmasının gününü kendi kullandıkları takvime göre belirlediler, 18 Mart ile 25 Nisan arasında değişen günleri kabul ettiler ve o günlerde yaptıkları kutlamalara kendilerine göre isimler verdiler. Merasimler teferruatta farklı gibi görünseler de temelde hep aynı oldu.

        İnanç ve kutlamalar şimdi Balkanlar’dan Hindistan’a uzanan geniş coğrafyada ve Aryen milletler arasında da devam ediyor ve kutlanan ilkbahar bayramına “Nevruz” deniyor.

        İnanna ile Dumuzi’nin binlerce sene sonra Paskalya, Nevruz ve hattâ Hıdrellez olmasının ayrıntılarını merak ediyorsanız Henri Frankfort ile Thorkild Jacobsen’in kitaplarını ve Prof. Dr. Gönül Tekin’in “Çengnâme”sini bulun...

        Bu kaynakları okuduğunuz takdirde Nevruz’un binlerce senelik macerasını öğrenir ve bizde şimdilerde iddia edildiğinin, daha doğrusu uydurulduğunun aksine Orta Asya geleneği ile hiçbir alâkasının bulunmadığını, oralarda da çok sonraları benimsenmiş olduğunu görürsünüz...

        Diğer Yazılar