Mustafa Büyükoğlu
SENELERDİR yazıp söylerim: Gazetelerimiz ve televizyonlarımız Türkçe’de de kullanılan şahıs isimlerini yabancı basından, özellikle de batılı haber ajanslarından aldıkları takdirde öylesine komik, tuhaf ve içinden çıkılmaz hâle getirirler ki, isimleri bu şekilde berbat etmeye üzerimize yoktur!
Avrupalılar yahut Amerikalılar, Müslüman isimlerini ait oldukları dilde ne şekilde söyleniyor ise öyle telâffuz edebilmek için kendi imlâ kurallarına göre yazarlar ama basınımız bu isimleri, o imlâyı aynen alır ve nasıl yazılmış ise öyle okur.
Meselâ, “Hacı”yı yabancılar “Haji” diye yazar ama “j” harfi “c” okunduğu için “haci” derler ve onlarda “ı” bulunmadığı için son harf mutlaka “i” diye telâffuz edilir.
Bir başka örnek: “Mustafa” mı diyecekler?
“Moustapha” yazar, yani “ou”yu “u”, “ph”yi de “f” okurlar ama biz bu ismi yabacı gazetelerden yahut ajanslardan aldığımızda hiç düşünmeden, elin yabancısının asırlardan buyana kullandığımız “Mustafa”yı kasdettiğini farketmeden ve hattâ anlamadan aynen alıp “Moustapha” diye nakletmekte beis görmeyiz!
İSME BAK İSMEEE!
İsimleri mahvetme âdetimiz hakkında birkaç örnek daha vereyim:
Gazetelerimizin özellikle dış haberler sayfalarında sık sık rastladığımız “Aisha” bizdeki “Ayşe”, “Rushan” yazdıkları garabet “Ruşen”, “Khan” denen kakırtı “Han”dır. “Omar” yazılan isme biz “Ömer”, “Saeed”e “Said”, “Reza”ya yahut “Rıdha”ya “Rıza”, “Mourad”a “Murat”, “Laila”ya “Leylâ, “hanoum”a da “hanım” deriz.
Hele bir de petrol diyârı Bruney’in sultanı ve dünyanın en zengin adamı olan zâtın ismini yazmamız var ki, maazallah! Adamcağızın “Sultan Haji Hassanal Bolkiah Mu’izzaddin Waddaulah ibni al-Marhum Sultan Haji Omar Ali Saifuddien Sa’adul Khairi” diye naklettiğimiz isim bizim telâffuzumuza göre “Sultan Hacı Hasan el-Bolkiye Muiziddin Vaadullah (yani Allah’ın vaadi) ibn el-merhum Sultan Hacı Ömer Ali Seyfeddin Saad el-Hayri”dir.
“Üsame bin Lâdin”in gazetelerimizde arada bir ısrarla “Usama bin Laden” ve hattâ “Humeynî”nin bile “Khomeini” diye arz-ı endâm etmesinin sebebi de aynıdır: Dikkatsizlik, yabancı ajansların imlâsına körükörüne bağlılık ve daha da önemlisi cehalet, yani aynı ismin bizde de kullanılmış ve kullanılmakta olduğunu bilmemek!
İsimleri bu hallere getirmemizden bugün tekrar bahsetmemin sebebi, gazetelerimizde ve TV’lerimizde günlerdir güya “espri” yahut “büyük buluş” imişcesine yazılıp konuşulan bir maçın yorumu; gözünüze büyük ihtimalle çarpmış, kulağınıza da çalınmış olabilecek olan “kabir azabı” meselesi...
‘MEZAR’ DİYE İSİM KONUR MU?
Gençlerbirliği’nin “Moestafa El Kabir” adında Faslı bir oyuncusu varmış, Ankara’da geçen gün Fenerbahçe ile oynadıkları maçın 87. dakikasında Fener’e ikinci golü atınca Fenerbahçe sahadan mağlûp ayrılmış...
Çocuğun adını “El Kabir” diye yazıyorlar ya, isimden hareketle güya espri yapılıyor ve günlerden buyana bir “kabir azabı” muhabbetidir gidiyor...
Aslında muhabbet falan değil, rezalet, zira oyuncunun “Moestafa El Kabir” diye yazdığımız isminin bizde yazılması gereken şekli “Mustafa el-Kebir”, yani Türkçesi ile “Mustafa Büyükoğlu” gibisinden birşey! Yabancılar Arapça’da “büyük” demek olan “Kebir”i “Kabir” diye yazıyorlar; zira “Kebir” deseler “Kibir” okuma ihtimali var, dolayısı ile “e” okuyabilmek için “a” kullanıyor ama “e”yi biraz yayarak “Kebir” diyorlar. Ama bizde bir Allah’ın kulu çıkıp “Yahu, insan çocuğuna hiç ‘mezar’ mânâsına gelen isim koyar mı? Bu ‘Kabir’de başka bir iş olmasın?” demiyor, düşünmüyor ve gelsin “kabir azabı” gibisinden alâkasız ve tatsız kelime oyunları!
“Azap” dedikleri, aslında budur!