Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ÇOCUKLUĞUMDA birhayli şey görmüş, yaşamış ve seksenini çoktan geride bırakmış kişiler tanımıştım.

        Bazıları tâââ Sultan Aziz’in hükümdarlık senelerinde dünyaya gelmişlerdi, yani 1870’lerde doğmuşlardı.

        Birbirleri ile sohbetlerinde üç kavramın sıkça bahsi geçerdi: “İstibdat”, “seferberlik” ve “Çanakkale”...

        “İstibdat”, Sultan Abdülhamid zamanı demekti; “seferberlik” Birinci Dünya Savaşı, “Çanakkale” ise, mâlûm...

        Çocukluk senelerim dedim ya; sofraya gelen yemeği beğenmeyip de burun kıvırdığımız takdirde hemen bir “Âââh âh!” çekerlerdi. “Buldun da lâf ediyorsun! Biz senelerce süpürge tohumu yeyip nohut unu içmiştik!”.

        “Süpürge tohumu”nu, ekmek niyetine yemişlerdi. Savaş senelerinde un cephedeki askere gönderildiği için şehirlerde, hattâ payitaht İstanbul’da bile ekmek bulmak zordu ve el değirmenlerinden geçirilen süpürge tohumundan ekmeğe benzer birşeyler yapmışlardı.

        SAKIN HAAA, DENEMEYİN!

        “Nohut unu” ise, kahve demekti. Unun olmadığı yerde kahvenin bulunması mümkün değildi. Bir avuç nohutu yine değirmenden geçirip cezvede kahve gibi kaynatıp nefislerini köreltirlerdi.

        Çok sonraları, seneler boyu işittiğim bu “süpürge tohumu”ndan mâmul ekmek ile nohut kahvesinin lezzetini merak ettim; o zamanın iri süpürge tohumlarından bulamadım ama nohutu el değirmeninden geçirdim, kahve gibi kaynattım, içtim ve eskilerin neler çektiklerini, “Buldun da lâf ediyorsun” demekte ne kadar haklı olduklarını daha ilk yudumda anladım!

        Hiç tavsiye etmem, sakın denemeyin! Şimdi, Âkif’in meşhur “Çanakkale Şehidleri”nin neredeyse tamamını ezbere bilen o neslin yaşadığı ve etkisini hayatları boyunca taşıdıkları o günlerin yüzüncü yıldönümündeyiz... Bu münasebet ile Çanakkale’de ve daha birçok yerde toplantılar, törenler, anmalar yapılıyor...

        “Çanakkale dendiğinde Mustafa Kemal’den hiç bahsetmeyenler var, neden?” diye sorabilirsiniz ama bu soruyu bir ay sonrasına, 24 Nisan’da yapılacak olan asıl büyük törene saklayın. Zira şu anda “Bu hafta deniz zaferinin yıldönümünü kutluyoruz, Mustafa Kemal’in önemi kara harekâtındadır, o zaman uzun uzun bahsedeceğiz” cevabını verdikleri takdirde pek bir karşılık veremezsiniz. İşte bu yüzden bir ay sabredin ve Anafartalar ile Mustafa Kemal’den 24 Nisan’da da bahsetmez yahut şöyle bir geçiştirirlerse, baklayı o zaman ağzınızdan çıkartabilirsiniz.

        HEVESLENDİRME İHTİMALİ

        Kara zaferinin yüzüncü yılını kutladığımız şu günlerde hatırıma sık sık “Çanakkale ile ilgili olarak şimdiye kadar hangi kalıcı, kaliteli ve kaynak olabilecek yayınları yaptık?” sorusu geliyor...

        Bu konuda bildiğim ve görebildiğim tek belgeli kaynak, Genelkurmay’ın bundan seneler önce yayınladığı “Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi” serisinin Çanakkale bölümüdür.

        Seride yeralan belgeleri Batılı askerî tarihçiler hemen kullandılar, kendi arşivlerindeki belgelerle destekleyerek kitap haline getirdiler. Temeli Genelkurmay’ın yayınına dayanan ama bizim tarihçilerimizin sıkı çalışma zahmetine katlanamadıkları için değerlendiremedikleri bu evrak, önümüzde şimdi “önemli yabancı kaynak” olarak duruyor.

        Tarihçilerimiz, özellikle de son dönem uzmanlarımız Çanakkale konusunda ciddî bir araştırmaya girişmeyince, iş amatörlere kaldı! “Amatör” sözü ile araştırmacılığı küçümsediğimi düşünmeyin; aralarında askerî tarihçileri bile geride bırakan, meseleye hâkim ve önemli çalışmalar yapanları var ama bazıları Çanakkale’yi maalesef bir tartışma, didişme ve kendisi gibi düşünmeyenin gözünü oyma vasıtası haline getirdiler! Öyle ki, zaferin hangi gün kutlanması gerektiği konusunda bile birbirlerine girdikleri oldu!

        “Çanakkale”nin yüzüncü yıldönümü münasebeti ile gündeme gelmesinin bence en büyük faydası, şimdiye kadar genellikle önemsiz olayları ve kişileri konu edinen son dönem tarihçilerimizi şevke ve hevese getirip daha mühim bahislerde çalışmaya teşvik etme ihtimalidir.

        Diğer Yazılar