Çağlayan olayı ve gazetecilik
ŞEHİD Savcı Mehmet Selim Kiraz’a rahmet ve yakınlarına sabır temenni ettikten sonra...
Çağlayan Adliyesi’nde geçen gün yaşanan terör ve saldırı devam ettiği sırada sosyal medyada yayınlanan mesajlar yüzünden çıkan tartışmalar, bana cevabını senelerdir bir türlü bulamadığım soruyu yeniden hatırlattı:
Gazetede köşesi, TV’de de programı olanlar düşüncelerini her şekilde ifade edebildikleri bu imkânlarla neden yetinmezler de Twitter, Facebook, vesaireden medet umarlar? Bir hadisenin meydana gelmesinin üzerinden henüz birkaç dakika geçmiş ve neyin ne olduğu tam olarak belli değil iken niçin cumburlop sosyal medyaya dalarlar?
Bu acelenin, bu telâşın sırrını senelerdir çözemedim! Apar-topar mesaj yazanların o birbirinden kıymetli düşüncelerini birkaç saat sonraki programlarında veya hemen ertesi günkü köşelerinde ifade etmelerine bile sabır imkânı vermeyen bu koşuşturmanın sırrı ne ola ki? Yazdıkları ve konuştukları ortamlarda düşüncelerini yazıp söylemelerine imkân verilmemesi mi, mesajlara döktükleri o mübarek kanaatlerinin meselenin derhal halledilebilmesinin şartı olduğuna inanmaları mı, yoksa başka bir şey mi? Ne?...
Haydi, gazetede köşe ve TV’de de program sahibi olan zevâtın bunlarla yetinmeyip dakika başı, hattâ sabahlara kadar twit atmalarını, “Bilmemne restoranda filânca zıkkımlanıyorum, iki masa ötemde falanca ile oturan bilmemkim galiba yellendi!” gibisinden teşhir abukluklarına yahut yaptıkları tatsız kelime oyunlarına güvenerek felsefî zannettikleri ama aslında sadece tatminden ibaret birer saçmalık olan mesajları etrafa saçmalarına her an gözönünde olma merakı, bilinme hevesi ve şöhret hırsı diyelim... Ama aynı konumdaki kişilerin Çağlayan’daki hadise devam ettiği sırada gösterdikleri sabırsızlıklarını, o andaki hayat-memat meselesini bile gözardı edip işi körlemesine bir ideoloji yahut siyaset boyutuna taşımalarını nasıl yorumlayacağız?
Şimdilik sadece şunu söyleyebilirim: Bu iş “gazetecilik” değildir!
ATANMAYAN ÖĞRETMENLER VE TÜRKÇE
AŞAĞIDAKİ cümleleri, atamaları yapılmayan öğretmenlerin son birkaç gün içerisinde gönderdikleri e-maillerden dillerine ve imlâlarına hiç dokunmadan, aynen yazdıkları şekilde naklediyorum:
■ “Lutfen vıdeolarmız TV de yayınlasın emek verdık ataması yapılmayan ogretmenler”
■ “Sayın Yetkili Lütfen öğretmenlerin sesini duyun, duyurun. Eğitimini aldığımız mesleğimizi yapmak istiyoruz yalnız. Sesimiz olur musunuz?”
■ “Ataması Yapılmayan Öğretmenlerin Çeşitli İllerde Gerçekleştirdikleri Etkinlikleri”
■ “Nisanda 40 bin öğretmen ataması için İSTANBUL EKİBİ 28 Mart tarihinde EYÜP SULTAN CAMİİSİNDE öğretmenler için dua okudu”
■ “Kamuoyunun büyük bir dikkatle takip ettiği Atanmayan Öğretmenler, kendilerini ifade eden birtakım etkinlikler yaptı. Kamuoyunu bilgilendirmek görevli sizin gibi insanların duyarlığına ihtiyacımız var. Saygı ve sevgilerimizle”
■ “ÖĞRETMENLER NİSANDA 40 BİNİ KADRO İÇİN ELİNE GELENİ YAPMAYA DEVAM EDİ- YOR LÜFEN BİZLERE DESTEK OLUN SAYGILARIMLA...”
■ “TEK İSTEĞİMİZ NİSANDA 40 BİN ÖĞRETMEN ATAMASI..LÜTFEN SESİMİZ OLUN...ŞUAN TÜM DİKKATLER ATANAMAYAN ÖĞRETMENLERDE... SİZDE SESİMİZ OLUN”
■ “Atanmayan öğretmenler olarak aylardır süren mücadelemizden renkli görüntüleri sizlerle paylaşmak istiyoruz ve siz de eğer bize destek vermek isterseniz bunları kamuoyunun görmesini sağlarsanız bizlerin mücadelesinde az da olsa katkınız olursa inanın binlerce insanı mutlu edeceksiniz! Onlarca etkinlikten en güncel olanları aşağıda ki linklerde mevcut”
Atanmayan öğretmenlerin çabalarını gayet iyi anlıyorum ama çocukların ve gençlerin, imlâları ve ifadeleri bu şekilde olan kişilerden eğitim almaları ihtimali de beni açıkçası korkutuyor ve ürpertiyor!