Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BUNDAN tam 920 sene önce, 1095’in 27 Kasım günü, Fransa’nın Clermont şehrindeki katedralin mihrabında konuşan entarili, cüppeli, başı külahlı ve boynunda koskoca bir haç sarkan adam, etrafını sarıp diz çükmüş olan yüzlerce, belki de binlerce şovalyeye Lâtince “Deus vult!” diye haykırıyordu...

        “Deus vult”, “Allah böyle istiyor” demekti...

        Katolik Kilisesi, Clermont’da o senenin 18 Kasım’ında on gün devam eden bir konsey toplamıştı ve kapanıştan bir gün önce mihraba çıkıp “Allah böyle istiyor” diye haykıran adam, zamanın papası İkinci Urban, Allah’tan vekâlet almışçasına “O böyle istiyor” dediği iş de Kudüs’ün “kâfirlerin işgalinden” yani “Türkler’den” kurtarılması gerektiği idi!

        Clermont’da o gün sadece Katolik Kilisesi’nin büyükleri değil, Hristiyan dünyasının bir başka mezhebinin temsilcileri de vardı: Papa ile asırlardır gırtlak gırtlağa olan Bizans’ın İmparatoru Birinci Aleksiyus Komnenos da Clermont’a metropolitler yani Ortodoks dünyasının yüksek rütbeli ruhanîlerini göndermiş ve Türkler’e karşı sürdürdüğü mücadelede Katolikler’in desteğini istemişti.

        İki asır boyunca resmen, sonraki yüzyıllarda da başka isimlerle devam eden Haçlı Seferleri, Papa Urban’ın işte bu konuşması ile başladı ve “Deus vult” sözü tarihlere Haçlı Seferleri’nin sloganı olarak geçti.

        SENARYO AYNI, MEKÂN FARKLI

        Aynı vodvil, Clermont Konsili’nden tam 920 sene sonra, dün Vatikan’da sahneye kondu. 1095’te Papa Urban’ı çevrelemiş olan Ortodoks metropolitlerin yerini dün Ermeni Gregoryen Kilisesi’nin önemli ruhanîleri ile bazı Katolik Ermeniler ve Ermenistan Cumhurbaşkanı almıştı, yani asırlardan buyana değişen bir şey yoktu!

        Papa’nın konuşmasının tamamını dinledim. “Büyük günahları reddedip örtmeye çalışmak yarayı sarmak yerine kanamayı devam ettirmek gibidir” gibisinden dramatik cümleler kurdu, sonra 1915 olaylarının yanına Naziler’in ve Stalin’in yaptıklarını ilâve etti, derken Kamboçya’da, Ruanda’da ve Bosna’da yaşananlardan bahsetti...

        Fransuva’nın konuşmasını dinlerken bir hayli güldüm...

        Neden mi, bütün bu sözleri söyleyen Papa, Arjantinli olduğu için!

        İkinci Dünya Savaşı’nda asker, sivil, Yahudi, Çingene, vesaire milyonlarca kişinin canını alan Naziler’in önde gelen birçok ismi savaş sonrasında bir yolunu bulup Güney Amerika’ya sıvışmış, ya yanlarında götürdükleri servetlerin yahut eskiden kurdukları ilişkilerin sayesinde oralarda yeni bir kimlikle yepyeni bir hayat kurmuşlardı. Soykırımın üstâdı olanlara kucak açıp en fazla sayıda Nazi’yi kabul eden memleket de, Arjantin idi.

        İĞNEYİ KENDİNE BATIRSANA!

        Yüzlerce savaş suçlusu Papa’nın anavatanında hayatlarının sonuna kadar gözlerden uzak ve müreffeh bir hayat geçirmişler ve Arjantin uluslararası mahkemelerden, komisyonlardan yahut hükümetlerden gelen iade taleplerini “Bu kişiler hakkında bilgimiz yok, burada yaşamıyorlar” diye her seferinde reddetmiş, savaş suçlularının uzun seneler hâmisi olmuştu.

        Papa Fransuva, dün Türkiye’yi “soykırım” yapmakla suçlarken Arjantinli olduğunu, önde gelen Naziler’den Adolf Eichmann’a da kendi memleketinin kucak açtığını, Eichmann’ın İsrail gizli servisi tarafından 1960 Mayıs’ında Buenos Aires’ten kaçırılıp İsrail’e götürüldüğünü, yapılan yargılamadan sonra 1962’de idam edildiğini ve Arjantin ile eski Naziler arasındaki bütün ilişkilerin ve o zamana kadar bilinmeyen kirli çamaşırlarının bu hadise sayesinde ortaya çıktığını unutmuş gibi idi...

        Sadece bu kadar da değil... Rahip olmasından çok önceleri, henüz Jorge Mario Bergoglio adında küçük bir çocuk iken sokakta oynadığı mahalle arkadaşlarından birininin kendisine “Nein Jose, Achtung!” diye seslenmiş olabileceğini de galiba hatırlamamıştı!

        Başka memleketlerin parlamentolarının, uluslararası kuruluşların ve Vatikan’ın 1915 olaylarını “soykırım” diye nitelemesini ciddiye almamamız gerektiğini senelerden buyana yazıp söylüyorum ve Papa’nın dün söylediklerini de bu yüzden umursamıyorum...

        Ama meselenin beni şaşırtan tarafı, Fransuva’nın pişkinliği, yani kendi memleketinin dünya kadar haltını gözardı edip bize veryansın etmesi...

        “Baba”, “Oğul” ve “Kutsal Ruh”, Fransuva’yı affetsin ve biraz da hafıza nasibetsin!

        Diğer Yazılar