İşte, kemikleri dört asır sonra bulunan Cervantes'i beş yıl kapattığımız zindan
Avrupa önemli kişilerin cenazelerini defnetmek yerine kemiklerini kutularda saklamaya pek meraklıdır ama bu kutular bazan kaybolur ve çok sonra bulunmaları büyük sevinç yaratır... Don Kişot’un yazarı Cervantes’in dört asırdır kayıp olan kemiklerinin Madrid’de geçen hafta bulunmasında yaşanan sevinç gibi...
Dünya edebiyatının en önemli isimlerinden olan Miguel de Cervantes’in, yani Don Kişot’un yazarının dört asır boyunca kayıp olan kemikleri, Madrid’deki bir kilisenin bodrumunda bulundu. 1571’de bozgunumuzla sonuçlanan İnebahtı Savaşı’na katılan Cervantes bir Türk güllesinin isabeti ile sol elini kaybetmiş, daha sonra Türk korsanlara esir düşmüş ve beş yıl boyunca Cezayir’deki bu kalede zincire vurulu halde yaşamıştı.
Cezayir’deki levend kalesi. Cervantes,beş senelik esaretini bu kalede bazan
zincire vurulmuş olarak geçirdi.
İSPANYA, günlerden buyana bir avuç kemiği tartışıyor... Kemikler, geçen hafta Madrid’deki bir kilisenin mahzeninde saklanmış halde duran orta boyda bir sandıktan çıktı. Sandığı mahzene 1616’da, yani bundan tam dört asır önce koymuş ve sonra da unutmuşlardı.
Üzerinde “M.C.” harflerinin yazılı olduğu sandığın içerisindeki kemiklerin çok önemli bir isme, Miguel de Cervantes’e ait olduğu anlaşılınca İspanyollar bayram ettiler...
Miguel de Cervantes, mâlûm, sadece İspanyol edebiyatının değil, dünya edebiyatının da en önemli isimlerindendi; asırlardır okunan, hâlâ eskimeyen ve daha yüzyıllarca alâka çekecek olan meşhur bir romanın, “Don Kişot”un yazarı idi...
Hani mızrağı ile yeldeğirmenlerine savaş açan, atı Rozinante ve Sanço Panza isimli adamı ile diyar diyar dolaşan ve kafayı hafiften yemiş yaşlı şovalyenin maceralarını anlatan roman vardır ya, kemikler işte o romanın yazarına aitti.
Dünya edebiyatına böylesine önemli bir eser vermiş olan Cervantes’in kemiklerinin ortaya çıkması sadece İspanya’da değil, batı dünyasının tamamında meraka, alâkaya ve hattâ sevince sebep oldu...
Adlî tıp uzmanları, Cervantes’in tabutu
ve kemikleri üzerinde çalışıyorlar.
İspanya’nın en seçkin adlî tabiplerinden teşkil edilen bir ekip Madrid’de günlerdir kemikler üzerinde çalışıyor, tabutun ve kemiklerin yaşını tam olarak belirlemek maksadıyla test üstüne test yapıyorlar. Kemiklerin memleketin en önemli yazarına ait olduğu şimdiden anlaşılmış gibi ama çalışmalar hiçbir şüpheye imkân bırakmamak maksadıyla bir müddet daha devam edecek, Cervantes’in mezarı konusundaki esrarın artık ortadan kalktığı bilimsel verilere dayanılarak resmen açıklanacak ve Don Kişot’un yazarının kemikleri altı asır gecikmeli de olsa büyük bir merasimle daha sonra belirlenecek mezara nakledilecek..
Cervantes’in Don Kişot’unu çoğumuz okumuşuzdur ama yazarın maceralarla dolu hayatından ve bizimle olan çok önemli bağlantılarından genellikle haberdar değilizdir: 1571’de çok büyük yenilgimizle neticelenen İnebahtı Savaşı’na katıldığını, sol elini bizim toplarımızdan birinin fırlattığı güllenin götürdüğünü, daha sonra bize esir düştüğünü ve beş yıl boyunca Cezayir zindanlarında kaldığını pek bilmeyiz...
Pablo Picasso’nun 1955’te çizdiği Don Kişot deseni.
1547’de doğan Cervantes, bir doktorun oğlu idi. Babası Rodrigo soyluydu ama parasızdı. Yedi çocuklu bir ailenin dördüncü çocuğu olan Miguel’in hayatı babasının alacaklılarından kaçmak için ailesi ile beraber şehirden şehire dolaşmakla geçti. Sevilla’da bir Cizvit okulunda okudu, sonra Madrid’de üniversiteye gitti ama bir kavgada arkadaşını yaralayınca hayatının seyri değişti. Hakkında tutuklama kararı çıkartılınca da 1569’da İtalya’ya kaçtı.
Papa Beşinci Pius, o günlerde bize karşı donanma ağırlıklı yeni bir Haçlı Seferi düzenlemiş ve donanma Osmanlılar’ın elinde bulunan Kıbrıs’ı geri almak için yola çıkmıştı...
Haçlı askerleri arasında, o sırada İtalya’da kaçak olarak yaşayan genç Cervantes de vardı ve İspanyol gemisi Marquesa ile kaderinden habersiz, Hristiyanlık aşkıyla Türkler’e karşı savaşa gitmekteydi.
Haçlı donanması, 7 Ekim 1571’de Yunanistan’ın Patrai Körfezi’nde Türkler’in “İnebahtı”, Avrupalılar’ın da “Lepanto” dedikleri yerde Osmanlı donanması ile karşılaştı. Savaş birkaç saat sürdü ve Kapdan-ı Derya Müezzinzade Ali Paşa’nın hatası yüzünden Osmanlı donanması yokoldu! Cervantes savaşa büyük heyecanla katılmış ama sol elini de bir gülle götürmüş, göğsüne de iki kurşun yemişti ve sonraki senelerde bu yüzden “El Manco de Lepanto”, yani “İnebahtı’nın sakatı” diye bilinecekti...
Miguel de Cervantes Saavedra.
Cervantes’in talihsizliği kolunu kaybetmesi ile bitmedi. 1575’te Akdeniz’de yine bir İspanyol gemisinde asker olarak bulunurken Deli Memi Reis isimli bir Türk korsanına esir düştü ve Cezayir’de köle olarak satıldı. Defalarca kaçmaya çalıştı ama her defasında yakalandı ve zindana atılıp prangaya vuruldu. Satılmak üzere İstanbul’a gönderilmesine karar verildiği sırada ailesi kilisenin de desteğiyle toplanan 500 altın fidyeyi gönderince Miguel özgürlüğüne kavuştu. Beş yıllık esaretinde Türk ve İslam kültürlerini yakından tanımış, Türkçe’yi de öğrenmişti. Esaret hayatı ve Cezayir’de öğrendiklerinin tesirleri daha sonra yazacağı eserlere de aksedecekti.
Esaretten kurtulup ülkesine döndükten sonra 1585’te evlendi. İş bulamadığı için yazarlığa başladı ve ilk kitabını evlendiği sene yayınladı. Ama geçim sıkıntısı çekiyordu, karısını ve evini bırakıp gezici vergi memurluğu yapmaya başladı. 1587’de halktan topladığı vergiyi bir bankere kaptırınca hapse girdi ve iki sene hapiste kaldı. Daha sonra yeniden hapse düştü ama bu defa fazla yatmadı, 1605’te tekrar devlet memuru oldu ve en önemli eseri Don Kişot’u yayınladı.
Don Kişot’tan önce de kitaplar yazan Cervantes’in bu eserleri satmamıştı ama Don Kişot sayesinde ismi sadece İspanya’da değil bütün Avrupa’da zirveye çıktı. Hattâ eserinin o dönemde bile korsan baskıları yapıldı ve taklitleri bile kaleme alındı.
Kitabının devamını ancak on sene sonra kaleme alabilen Cervantes, 22 Nisan 1616’da Madrid’de öldüğünde artık şöhretinin zirvesindeydi ama kemiklerinin bulunması için tam dört asır beklenmesi gerekecekti...
DON KİŞOT EĞLENCELİ ROMANDIR AMA HAÇLI ZAFERLERİNİN HASRETİ İLE DOLUDUR
BİR elini kaybettiği İnebahtı Savaşı’nın ve Cezayir’de esir olarak geçirdiği beş yılın hatıraları, Miguel de Cervantes’in kişiliğini ve eserlerini derinden etkilemişti.
Yazarın çektiği sıkıntılar ve Katolik inancının tabiî bir neticesi olan Türk ve İslâm karşıtlığı, 1605’te yayınladığı ve modern romanın ilk örneklerinden olan, dünyada en fazla okunan eserlerin ilk sırasında yeralan ve birçok dile çevrilen Don Kişot’un satır aralarında da hemen farkedilir.
Don Kişot, kısa müddet içerisinde popüler oldu, İspanya’da defalarca basıldı, neşrinden birkaç yıl sonra Avrupa’daki birçok dile çevrildi ve günümüzde olduğu gibi ânında korsan baskıları çıktı. Cervantes romanının ikinci cildini daha kaleme almadan “Tordesillaslı Alonso Fernandez de Avelaneda” takma ismini taşıyan bir yazar 1614’te eserin düzmece ikinci cildini yayınladı ama Cervantes asıl ikinci cildi ancak 1615’in sonlarında neşredebildi. İkinci cild de arka arkaya baskılar yaptı ve yine birçok Avrupa diline çevrildi.
Cervantes, Don Kişot’u Lemos Kontu’na ithaf etmişti. Eserinden fazla para kazanamadı ama Kont yazarı himayesine alınca Cervantes geçim sıkıntısından az da olsa kurtulup kendini tamamen yazarlığa verdi.
Don Kişot’un 1605 tarihli ilk baskısı.
Oldukça eğlendirici bir roman olan Don Kişot, insanların hafızasında unutulmayacak hatıralar bıraktı. İspanya Kralı Üçüncü Filip bile kendinden geçmiş bir şekilde kitap okuyanları gördüğünde “Bu adam ya kendini kaybetmiş yahut Don Kişot okuyor!” diyordu.
Romanın kahramanı Mançalı Don Kişot hayatını şovalyelerle ilgili kitapları okumakla geçirmiş ama beyni sulanmış yaşlı bir adamdı. İspanya’nın hem en parlak dönemini, hem de çöküş yıllarını yaşamıştı. Cervantes, Don Kişot’tan hareketle ülkesindeki değişimi yansıtıyor, Ortaçağ Avrupası’na damgasını vuran şovayelik ruhunun 16. yüzyılın sonlarında artık izinin kalmadığını yazıyor ve İspanya’daki sosyal düzeni eleştiriyordu.
Cervantes’in kemiklerinin tabut niyetine konduğu ve
üzerinde “M.C.” harflerinin bulunduğu sandık.
Don Kişot’un yanısıra şovalyenin hayali sevgilisi Dulcinea, atı Rozinante, seyisi Sanço Panza ve seyisinin eşi Teresa romana ayrı bir renk katarken, Miguel de Cervantes eserinde sadece Türkler’i ve Araplar’ı değil, Yahudiler’i de “olumsuz insanlar” şeklinde gösteriyordu. Eski asırlardaki Haçlı Seferleri’nin hasretini çeken yazar, romanda İnebahtı’da uğradığımız yenilgiden duyduğu memnuniyeti de dile getiriyor ve “İnebahtı’da ölen Hristiyanlar, sağ kalanlar ile galip gelenlerden çok daha mutluydular” sözleri ile hasretini ve memnuniyetini ifade ediyordu.