Bedri Koraman
BEDRİ Koraman vefat etti...
Basın âlemine girdiğimde gerçi çocuk yaşlarımda sayılırdım ama mesleği tam mânâsı ile öğrendiğim ve piştiğim yer, Milliyet oldu...
Yazarı, çizeri, yazı işleri kadrosu, idarecileri, vesairesi, yani herşeyi ile bir zamanlar mükemmel bir okul olan ve gazeteciliği dünya kadar gence öğretip yetiştiren Milliyet...
Cağaloğlu’ndan Nuruosmaniye’ye inen yolun sol tarafındaki bina yazarlarını ve yayın kadrosunu bir tarafa bırakın, karikatür tarihimiz bakımından da akademi gibi idi: Haftanın birkaç günü birinci sayfaya çizen, hafta sonlarında da ilâvenin ilk sayfasını tablo âyârında ve hattâ bazan iç gıcıklayıcı çizgileri ile dolduran Bedri Koraman... Üçüncü kattaki oda ile bölme arası küçük mekânında her milimi şimdi karikatür tarihinin konusu hâline gelmiş bandları, meselâ Abdülcanbaz’ı hazırlayan bir senyör, Turhan Selçuk... Karikatürlerini spor servisinin efsanevî müdürü Namık Sevik’in başında bulunduğu spor servisinde ve genellikle spor sayfalarına çizen ama her dâim bizim dış haberleri yahut yazıişlerini kahkahadan kırıp geçiren rahmetli Altan ağabey, yani Altan Erbulak ve bir genç: Haslet Soyöz...
Ekibe bakın!
ELEŞTİRİ, HAKARET OLDU!
Türkiye’nin karikatür tarihi Avrupa kadar olmasa da hayli eskidir ve 19. yüzyıla, Sultan Aziz’in iktidarının öncesine kadar gider. Bu konuda yapılmış çalışmaları, meselâ Orhan Koloğlu’nun Türkiye Karikatür Tarihi’ni gözden geçirdiğinizde çizgideki geçmişimizi örnekleri ile görebilirsiniz...
Bundan 35 sene öncesine kadar tek bir gazetede bile Bedri-Turhan-Altan üçlüsü gibi kuvvetli bir ekibin bulunduğu Türkiye’de karikatürün şimdiki vaziyetini bilmem hiç düşündünüz mü?
İyi ve çizgisi kuvvetli karikatürcüler eski senelerdeki kadar çok olmasalar bile hâlâ mevcut, yetenek devam ediyor ama mesele karikatürün üslûbunda! Bu işi “gerçek” mânâda yapanları tenzih ederek söyleyeyim: Karikatürün temeli, yani mizah unsuru, yerini maalesef hakarete bıraktı. Konuşurken yahut yazarken eleştiri ile hakaret arasındaki fark artık nasıl ayırt edilemiyorsa, aynı âyarsızlık şimdi karikatüre de musallat oldu. Çizgilerde inceden eleştirmek, güldürmek ve ortaya “karikatür” koymak değil “hakaret” maksadı var; bu iş kasten değil, kendiliğinden böyle oluyor, zira kalem de fırça da militanlaştı ve temeldeki dert, hep aynı: Eleştiri ile hakareti birbirinden ayıramaz hâle gelmemiz!
KALEMİN VE FIRÇANIN ACZİ
“Demirel, Ecevit yahut Erbakan gibi o devrin politikacıları karikatürlerinin yapılmasını hoş karşılarlardı ve kendilerini eleştiren Bedri Koraman yahut diğer karikatürcüler ile gayet medenî bir diyalog içerisinde idiler ama şimdikiler karikatüre tahammül edemiyorlar” diye daha önceleri de yazıldı, benzer ifadeler Bedri Koraman’ın vefatının ardından da bir müddet yazılıp söylenecek...
Eski politikacıların karikatürü hoş karşıladıkları, hattâ kendilerini hemen her gün konu yapıp eleştiren Bedri gibi karikatürcüler ile dost oldukarı doğru idi ama o zamanın karikatürü ile bugünküler arasında büyük, çok büyük bir fark vardı: Bedri Koraman için karikatür bir sanat, bir mizah vasıtası idi ve muhatabına asla hakaret etmezdi! Milliyetçi Cephe’nin en dağdağalı günlerindeki çizimlerinde bile politikacıların yüzlerinde hep bir gülümseme görülürdü, gazeteyi eline alıp Bedri ağabeyin o günkü karikatürüne bakan hemen herkesin çehresinde de mutlaka tebessümler belirirdi.
Aynı âdet, yani hakaretsiz söz edememe aczi bugün sadece karikatüre değil mizahın hemen her alanına, köşe yazısına, siyasî demeçlere, sosyal medyaya ve hattâ telefon mesajlarına kadar maalesef hâkim olmuş vaziyette!
Cem’in, Ramiz’in, Cemal Nadir’in, Oğuz Aral’ın, Semih Balcıoğlu’nun ve daha birçok sanatkârın vakti zamanında zirveye çıkardıkları karikatürümüzün başı sağolsun.