Çipras'ın referandumu ve 'Yunan' kelimesinin Fransızca'daki anlamı
BEKLENEN oldu ve 320 milyar euro borca batmış olan Yunanistan, IMF’ye dün ödemesi gereken bir buçuk milyar küsur euroluk taksidi ödemeyeceğini açıkladı...
Dikkat buyurun, “Ödeyemeyeceğiz” değil, “Ödemeyeceğiz” dediler!
Gerisi mâlûm... Yunan Hükümeti alacaklıların hazırladığı ödeme plânını 5 Temmuz’da referanduma götürmeye karar verdi; 7 Temmuz’a kadar bankalar ve borsa kapalı kalacak ve referandumun ardından Yunanistan’ın bizde de birilerinin yere-göğe koyamadıkları genç başbakanı Aleksis Çipras’ın kaderi belli olacak.
Basınımızda “kreditörlerin hazırladığı ödeme plânı” diye teknik ifadelerle anlatılan 5 Temmuz’daki referandumda neyin oylanacağını basitçe söyleyeyim: Yunanlılar, tepelerine bir çeşit “Düyun-ı Umumiye”nin binip binmeyeceğine karar verecekler! Hani, Sultan Abdülhamid 20 Aralık 1881’deki “Muharrem Kararnâmesi” ile devletin borçlarını ödeyemeyeceğini ve iflâsını açıklayınca alacaklılar “Düyun-ı Umumiye”, yani “Genel Borçlar İdaresi” diye bir teşkilât kurup bütün gelir kaynaklarımıza el koymuşlar ve Osmanlı borçlarının son taksidini tâââ 1980’lerde ödemiştik ya, Yunanistan’ı da işte benzer bir âkıbet bekliyor!
ÖYLE BİR YEDİLER Kİ!..
Peki, Yunanistan bu vaziyete neden düştü? Ekonomistlerin tumturaklı ve teknik açıklamalarından pek bir şey anlamamış olabilirsiniz, krizin aslı şudur: Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne alınmasından sonra fonlardan akan milyarlarca euroyu doğru dürüst yatırımlara harcamayıp har vurup harman savurduğu, kemâl-i âfiyetle yediği, senelerce tam bir sefahat yaşadığı ve âmiyâne tâbiri ile bilmemnesini bilmediği için!
Bir memleket düşünün: En alt seviyesindekinden en tepedekine kadar bütün devlet memurlarının aylıkları arttırılsın ama bunun karşılığı daha fazla çalışmak değil, rehavet ve tembellik olsun; dışarıdan borç alınan paraları savurabilmek için “mesaiye zamanında gelme tazminatı” yahut “bilgisayar kullanma zammı” gibisinden tuhaf ödenekler icad edilsin; tenezzül edip zamanında işbaşı yapan memura “mesaiye zamanında gelme tazminatı” olarak fazladan 35 euro ödensin! Bütün bunlar yetmiyormuş gibi devlet bir lüks çılgınlığına ve ithal krizine tutulsun, meselâ dışarıdan alınan akaryakıt sübvansiyonlarla ucuzlayınca en ücra dağ köylerinde bile geleneksel ısınma yöntemleri terkedilip mazota dönülsün ve akla-hayâle gelmeyen daha dünya kadar israf metodu icad edilsin!
UZO, SİRTAKİ VE İFLÂS
Atina’yı, Selânik’i, başka herhangi bir şehri yahut Yunan Adaları’nı görmüş olanlar bilirler: Devlet daireleri ve dükkânlar öğleye doğru açılır, memurlar bir-iki saat işbaşı yaptıktan sonra çekip giderler! Zaten geç açılan çarşı-pazar öğleden sonraları mutlaka kapalıdır, zira Yunan milleti öğle yemeğinin ardından birkaç saat uyumadan edemez ve gece bir eğlence faslı, bir cümbüştür başlar! Tavernaları yabancı turistten fazla yerli halk doldurur, evlerine dönmeyi uzo ve sirtaki refakatinde tabak-çanak kırmaktan yorgun düştükten sonra akıl ederler!
Bütün bu israfın ardından olan millete oldu ve şimdi binbir sıkıntıya alışmaya çalışanlar arasında vaktiyle İstanbul’dan gitmiş olan arkadaşlarımız, dostlarımız, sevdiklerimiz de var.
Belki biraz ağır olacak ama, bahis Yunanistan’dan açılmışken, Fransızca’da sık kullanılan bir sıfatı hatırlatmam lâzım:
Bu köşede Fransızca’nın önemli sözlüklerinden “Petit Larousse”un eski bir baskısındaki “Grec” yani “Yunan” maddesini görüyorsunuz. Kelimenin en son mânâsı olarak altını kırmızı ile çizdiğim satırda “dolandırıcı, hırsız; özellikle de kumarda!” deniyor.
Bizde son birkaç günden buyana “Yunanistan’ın borcunun şu kadarını biz ödeyelim” yahut “Atina’dan talep gelirse değerlendiririz” diyenlere benden hatırlatması!