Fasulyede yüzde kırk, diplomada yüzde elli indirim!
DÜNKÜ gazetelerde, SOCAR Türkiye Başkanı Kenan Yavuz’un yüksek eğitimin kalitesizliği konusunda attığı twitler ve kendisi ile yapılmış mülâkatlar vardı.
Socar’ın ne olduğunu bilmiyordum; okuduğum haberlerde de söylenmiyordu. Yavuz Semerci’ye sorup öğrendim: Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi imiş ve SOCAR diye yazılması gerekirmiş.
Çöp kutusunun gönderilen CV’lerle, yani iş arayanların yolladıkları hayat hikâyeleri ile dolu olduğunu söyleyen Kenan Yavuz artık meslekî eğitime ağırlık verilmesini istiyor, kapısının üniversite mezunlarına kapalı olduğunu söylüyor ve meslek eğitimi almış işçi istihdam edeceğini anlatıyordu.
Yavuz’un çok doğru başka tesbitleri de vardı: Anadolu’nun köylerine uluslararası ilişkiler bölümleri açan YÖK’e hitaben “Yazık değil mi bu çocuklara, onlara ümit bağlamış ailelere?” diye soruyor, “sitcom üniversitelere giden öğrencinin hayatının kararacağını, iş bulamayacaklarını” anlatıyordu.
Kenan Bey gayet haklı! Anadolu’nun ücra bir köşesinde açılmış bir üniversite düşünün... “Uluslararası ilişkiler” bölümünde doğru dürüst bir yabancı dil öğretilmesin, üstelik o bölümün öğrencilerinin çoğu değil başka memleketleri, o zamana kadar tek bir yabancı bile görmemiş olsunlar!
KAMERA YOK, ÇİZİMİ VAR!
Daha birçok bölümün, meselâ İletişim Fakülteleri’ndeki sinema-televizyon öğrencilerinin vaziyeti de aynı. Sinemacı yahut televizyoncu yetiştirmek için kurulan bölümlerin çoğunda kamera üzerinden, yani derslere gerçek bir kamera getirilerek eğitim verilmez. Cihazı kullanmayı bilip bilmediği meçhul olan hocalardan biri tahtaya birşeyler çizer, “İşte, kamera budur” der ve objektif nedir, beyaz ayarı nasıl yapılır, iyi netlik nasıl sağlanır, vesaire gibi en teknik bahisleri lâf ola beri gele o çizim üzerinden anlatır.
Öğrenciliği boyunca tek bir kamera görmeyen, sadece hayalî şekli, üstelik acemice yapılmış bir çizimi gösterilen sinema-televizyon öğrencisinden ileride iyi bir kameraman, yönetmen yahut televizyoncu çıkacağını hayal edin, durun!
Geçenlerde, İstanbul’un önemli üniversitelerinden birinde tarih profesörü olan bir arkadaşım anlattı: Yüksek lisans imtihanı yapıyorlarmış, yirmi kadar öğrenci alacaklarmış ama üçyüzden fazla başvuru olmuş, başvuranların çoğu Anadolu’da yeni kurulan üniversitelerden gelmişler ve not ortalamaları da yüz üzerinden yüz imiş!
Arkadaşım “En basit sorulardan başladık, meselâ Patrona Halil ayaklanmasını sorduk. Ama bazıları ayaklanmanın sebeplerini ve ayrıntılarını bir tarafa bırak, mevcudiyetinden bile habersizdi, duymamıştı” dedi.
SOKAKTA TALEBE AVI
Meselenin daha vahim tarafı var: Anadolu’da son senelerde kurulan bu gibi tabelâ üniversiteleri doktora bile yaptırıyorlar. Kabul ettikleri tezlerin çoğunun bilimsel seviyeleri, daha doğrusu akademik bakımdan yerlerde sürünmekte oldukları da zaten mâlûm!
İstanbul ve Ankara’daki köklü üniversitelerdeki hocaların, yeni kurulmuş özel üniversitelerle devlet üniversitelerinin doktora yetkilerinin ellerinden alınması için YÖK’e yaptıkları çağrılar son derece doğrudur ve hocalar taleplerinde haklıdırlar.
Özel üniversitelerin son senelerde başlattıkları promosyonlar acaba dikkatinizi çekti mi?
Bilmemne Üniversitesi’nin adamları şehrin meydanlarından birinin ortasına çadır kurmuşlar, çadıra bir de masa konmuş ve “Bizi ilk tercih olarak gösterecek öğrenciye yüzde elli indirim!” diye müşteri çekmeye çalışıyorlar...
Hani mağazaların önündeki cazgırlar “Çift kişilik yatak alana yüzde şu kadar indirim, bir de komodin bedava” diye bağırır, pazarcı esnafı da “Kalmasın ablaaaa kalmasıııın! Aha, yarı fiyatına Ayşekadın!” diye haykırır ya; işte onun gibi...
Sokaklarda talebe avına çıkan özel üniversitelerimiz şimdi cazgırları ve pazarcıları taklit etmektedir, akademik kalite işte bu seviyeye gelmiştir ama unutmayalım: Taklit edilen cazgırlar ile satıcılar, bu işe kalkışan üniversitelerin verdiği mezunlardan çok daha başarılıdırlar, zira hayatın içinde gelmişlerdir.