Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kumran Tomarları”nın, Hristiyanlığın ve Museviliğin bilinen en eski yazılı kaynakları olduğu söylenir. 1946’da Ürdün’de, Kumran köyündeki bir mağarada bulundular ve her iki dinin karanlıklar içindeki bazı dönemleri bunlar sayesinde aydınlandı. Vatikan tomarların bir kısmını saklarken, Yahudiler ellerindekileri yayınladı, İslam dünyası ise tarafsız kaldı.

        HERŞEY, Muhammed el Dib adında Tamire kabilesine mensup genç bir Bedevi’nin 1946 sonbaharında, bir sabah Ölüdeniz’in kuzeybatısındaki Kumran köyünün etrafında dolaşırken gözüne bir mağara girişinin çarpması ve oyuğu genişletip içeriye girmesi ile başladı...

        Mağarada bazısı İbranice, bazısı da artık ölü bir dil olan Aramca ile kâğıt, deri yahut bakır plakalar üzerine kaydedilmiş 600 civarında elyazması buldu...

        Bir anda dünyanın gündemine giren elyazmalarına “Kumran Yazıları”, “Kumran Tomarları” veya “Ölüdeniz Tomarları” dendi. Hristiyanlığın ve Museviliğin bilinen en eski yazılı kaynakları idiler, ortalama iki bin yaşındaydılar ve ortaya çıkartılmalarından hemen sonra dinler tarihi, özellikle de Hristiyanlığın ilk devirleri üzerine başlayan tartışma bugün de devam ediyor.

        KÖYÜN İSMİYLE TANINDI

        “Kumran Yazıları” bulundukları yerin, yani İsrail’le Ürdün arasındaki Ölüdeniz’e birkaç dakika mesafede bulunan Kumran köyünün ismiyle tanındılar, zira çok önemli, hatta önemden de öte özelliklere sahiptiler. Hristiyanlığın ilk günleri ile Museviliğin binlerce sene öncesindeki unutulmuş safhaları bu yazılar sayesinde aydınlanmış, iki din aralarında sistem ve ibadet ilişkisi Kumran yazılarıyla kurulabilmişti.

        “Ölüdeniz Tomarları” da denen elyazmalarının en eski sayfaları Hazreti Musa’nın, Hazreti İsa’nın ve havarilerin sözlerini naklediyor ve Roma döneminde sığındıkları mağaralarda ölüm korkusu altında ibadet eden toplulukların öyküsünü anlatıyorlardı.

        Tomarları ilk bulan kişi olan Muhammed el Dib, mağarada önce iki büyük küp gördü. Romalılar’dan kalma el değmemiş bir hazine bulduğunu zannetti ve küplerin kapağını açtı. İçlerinde birşeyler vardı ama Roma altınıyla değil, tomar tomar kâğıtla doluydular.

        Ortadoğu’nun ve dinler tarihinin çok önemli belgeleri işte böyle bulundular.

        Muhammed el Dib, küplerden çıkanları hemen Betlehem’de dükkânı olan Halil İskender Şahin isminde bir antikacıya sattı. Sonra yeniden mağaraya döndü, etrafı kazmaya başladı, başka tomarlar bulunca götürüp onları da sattı. Tomarlar birkaç hafta sonra Kudüs’teki Suriye Ortodoks Patriği Mar Athanasius Yeşua Samuel’in elindeydi. O günden sobra Ölüdeniz sahillerinde Bedeviler ile papazlar heryeri beraberce kazmaya başlamışlardı ve yeni mağaralar buluyorlardı. Kumran’da iki bin yıl önce gizli bir komünal hayatın varolduğu, binlerce kişinin Roma askerlerinin korkusundan mağaralara sığındığı ve bu mağaralarda sonraları “Kumran okulu” denecek olan dini bir medeniyetin doğduğu bu amatör kazılar sayesinde öğrenildi. Etrafta bir “Kumran Yazıları” söylentisi başlayınca işe CIA da karıştı ve Şam’daki CIA şefi Miles Copeland bazı tomarların mikrofilmini Amerika’ya gönderdi. Çekim açık havada yapıldı ve bazı komiklikler yaşandı; meselâ esen sert bir rüzgâr bazı sayfaları uçurup götürdü ve Tevrat’ın en esi nüshasına ait olan bu sayfalar bir daha hiç bulunamadılar.

        TOMARLAR SATILIĞA ÇIKTI

        Artık 1950’lere gelinmiş, İsrail devleti kurulalı birkaç sene olmuş ve tomarlarla İsrailliler de uğraşmaya başlamışlardı. Suriyeli Patrik Mar Athanasius o sırada bir iş etti ve elindeki yazıları Amerika’ya kaçırıp New York’taki bir bankanın kasasına sakladı. Aynı günlerde Bedeviler ile beraber Amerikalı ve Ürdünlü arkeologlar Kumran’da kazılmadık yer bırakmıyor, her biri beşer odalık yeni mağaralar buluyor ve tomar tomar metin çıkartıyorlardı. 1954’ün 1 Haziran’ında Wall Street Journal Gazetesi’nde görünen ve “İsa’dan önce ikinci yüzyıldan kalma kutsal metinler satılıktır. İlgilenenlerin PK F206’ya müracaatları” diyen ilân hernedense sadece İsrailliler’in dikkatini geçti. Patrik Mar Athanasius ölmüş, oğlu New York’taki tomarları satışa çıkartmıştı. İsrailliler 250 bin dolar verip hepsini satın aldılar ve New York limanında bekleyen bir gemiye koyup İsrail’e götürdüler.

        Museviler “Bu belgeler Hristiyanlığın yeni bir din değil, bizden çıkmış değişik bir inanç sistemi olduğunun ispatıdır” diyordu. Vatikan ise az sayıda da olsa daha önce elde ettiği belge metinlerinin yayınlanmasını reddetti. Papalar diğer tomarların yayınlanmasını durdurabilmek için ellerinden geleni yaptılar ama İsrailliler sonraki senelerde metinlerin tamamını yayınladılar ve İslam dünyası Hristiyanlar ile Museviler arasındaki bu “kutsal metin” mücadelesine hiç karışmadı, İslam âlimleri tek bir yorum dahi yapmadılar.

        HACI NURİ KORMAN

        1868’de Ortaköy’de doğan Hacı Nuri Efendi, çocukluğundan vefatına kadar Beşiktaş’ta yaşadığı için “Beşiktaşlı Hacı Mehmed Nuri” olarak tanındı.

        Zeki Dede’den talik, Alâeddin Bey’den de altı çeşit yazı dersleri aldı. Alâeddin Bey’in rahatsızlığı dolayısıyla Muhsinzade Abdullah Bey’e devama başladı ve icazetname sahibi oldu. Matbaa-i Âmire’nin baş hattatı olan ve hacca gittikten sonra bir buçuk yıl Kahire’de kalan Hacı Nuri Bey, İstanbul’a dönüşünde Hattatlar Mektebi’ne yazı hocası tayin edildi. Sultanahmet Meydanı’ndaki Alman Çeşmesi’nin kubbe yazısı, Galatasaray Sultanisi’nin yazı hocasının imzasını taşırsa da, aslında Hacı Nuri Bey’e aittir.

        Ses san’atkârı Tülun Korman’ın babası olan Nuri Korman, 1951 yılında İstanbul’da vefat etti.

        SARAYLIK İFTARİYELER

        TAVŞAN KEBABI

        Tavşan, arzu edilen şekilde doğranır. İki-üç defa yıkandıktan sonra kanının temizlenmesi için birkaç saat suda bırakılır. Şişlere geçirilip hafif ateşte çevrilirken, beş-on diş sarmısak biraz tuz ile havanda dövülüp iki fincan sirke ve iki fincan da yağ ilâvesiyle hafif ateşte iyice karıştırılır ve bir kenara konur. Kebap ateşte kızarıp suyu damlamaya başlayınca, tavuk telesiyle hazırlanan sıvıdan ağır ağır sürülür. Bu sırada ince bir ayva dalıyla, ateşten indirilen kebaba uzunlamasına birkaç defa vurulup yeniden ateşe bırakılır. İstenilen şekilde pişince sahana konur, geride kalan yağ ve sirke üzerine dökülüp biraz daha ateşte bırakılır, sirkeyle yağ azalıncaya kadar tekrar pişirilir.

        MALZEME

        Temizlenmiş tavşan

        Sirke, sarmısak, yağ

        Diğer Yazılar