İran'ın nükleer gücü ve 'İranlılık' üst kimliği
İran ile batılı devletler arasında Viyana’da epey bir zaman devam eden görüşmelerde anlaşma sağlandı ve İran nükleer faaliyetlerini sınırlandırmayı kabul etti.
Birkaç haftadan buyana yabancı TV’lerin haber bültenlerinde ilk sıralarda yeralan görüşmelerde neler olup bittiğini aksatmadan takip etmeye çalışıyor ve çok eğleniyordum. Geçen gün İtalyan kadın delegenin “Yetti ama! İranlılar sadece tebessüm ediyor, hiçbirşey söylemiyorlar” diye çıldırması, Amerikalı delegenin kadını zorla sakinleştirmesi ve İran tarafının o anda bile sessiz ama mânâlı tebessümüne devam etmesi hayli eğlenceli idi...
Tahran’ın senelerdir ısrarla sürdürdüğü nükleer programına şimdilik kâğıt üzerinde de olsa bir sınırlama getirildi, buna karşılık Batı’nın yine senelerdir uyguladığı ambargonun yumuşatılmasına karar verildi.
Ama, meselenin çok önemli bir başka tarafı var:
İran nükleer güç olma yolundadır ve kimbilir, belki de olmuştur!
NEREDEN NEREYE GELDİ!
Bu seviyeye gelen İran’ın yakın geçmişine bir göz atmamız gerekir:
1979’daki devrim hayli kanlı oldu ve hem siyasî, hem sosyal, hem de askerî bakımdan İran’ın altını üstüne getirdi... Devrimin hemen ardından Saddam Hüseyin’in başlattığı ve bundan on küsur sene öncesine kadar devam eden savaşta gün geldi, cepheye sevkedecek asker bile bulamadılar ve ellerine silâh tutuşturulan 15-16 yaşındaki çocuklar ateş hattına sürüldü... Bütün bunlar olup biterken batı, özellikle de Birleşik Amerika ile bitmeyen bir didişme yaşandı ve batı dünyası Tahran’ı izole edebilmek için elinden geleni yaptı...
Üstelik sıkıntılar bir türlü tam olarak halledilemedi; iktidar ve rant mücadelesi bugün de bütün şiddetiyle devam ediyor ve halkın büyük kesimi devrimin üzerinden geçen otuz küsur senedir ortalama refah seviyesine hâlâ ulaşamamış halde...
Ama netice bambaşka: Bugün karşımızda Batı dünyası ile nükleer görüşmeler yapan bir İran var!
Peki, çok değil, yirmi sene öncesine kadar makarnasını bile ithal etmek zorunda bulunan ve hâlâ sosyal ve ekonomik sıkıntılar yaşayan bir memleket ne oldu da teknolojinin böyle en üst seviyesine çıkabildi dersiniz?
Devrimin ilk senelerinde Tahran’da uzun müddet bulunmuş, Ayetullah Humeynî’nin Camoran’daki evine kadar gidebilmiş, devrin önde gelen liderlerinden sokaktaki vatandaşa kadar hemen her sınıftan insanla temas edip dostluk kurmuş biri olarak söyleyeyim:
GELENEKLERİ KAYBOLMADI!
İran’ın bütün iç sıkıntılarına ve bitmeyen dahilî didişmelerine rağmen nükleer güç olma aşamasına gelmesinin temelinde, 25 asır öncesine dayanan devlet geleneğinin halâ vârolması ve üst kültürün, yani “Fars” kavramının hiçbir zaman tartışılmaması, üstelik tartışılmasının hatırlara bile gelmemesi yatar. İran’ı teşkil eden etnik gruplar, Farslar, Âzerîler, Kürtler, Belûcîler, Lûrîler, Araplar, Teleşîler, Hristiyanlar ve diğerleri bu “İranlılık” üst kimliğinin etrafında birleşmişlerdir ve buna ilâveten Şiî akidesi de zaten inançtan da öte bir hayat biçimidir.
1970’lerde Şah’ın bir dışişleri bakanının, “Topraklarımızı işgal maksadı ile buraya binlerce senedir her çeşit millet geldi... Yunanlılar geldi, Romalılar geldi, Türkler geldi; ama hepsi kültürümüzden birşeyler öğrenip gitti” derken kasdettiği de, işte budur!
Hemen yanıbaşındaki komşusunun nükleer güç olma yoluna girmesi Türkiye açısından gerçi endişe vericidir ama, İran’ın “Güç bizdedir, nükleer silâh edinmeye bizden başkasının hakkı yoktur ve sadece bizim dediğimiz olacaktır!” şımarıklığındaki batı dünyası ile nükleer müzakere masasına oturması ve karşısındakileri aylarca bir güzel oynatması insana keyif vermiyor değil!