Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Muzaffer Akgün vefat etti; Zehra Bilir, Nezahat Bayram ve Neriman Altındağ gibi halk müziğine parlak devrini yaşatanlardan geriye artık pek kimse kalmadı.

        Saklamama hiç gerek yok, çocukluk ve gençlik senelerimde halk müziğinden hiç mi hiç zevk almazdım. Hani radyoların güzel günlerinde üç çeşit müzik programı, yani klasik batı, alaturka ve halk müzikleri ardarda gelirdi ya... Klasiklerden ve alaturkalardan sonra spiker “Filancadan türküler dinleyeceksiniz” diye anons ettiği anda halk müziğine burun kıvırıp radyoyu hemen kapatanlar vardı ve ben de onlardandım; folklora tahammül edemezdim...

        Aradan uzun seneler geçti ve o devrin kayıtlarını tesadüfen dinlerken farkettim: Türküler o günlerde ne güzel icra edilirmiş, meğer nasıl düzgün, kuvvetli ve zarif bir musiki yapılırmış!

        Ya bugünün halk müziği?

        Artık mevcut değil; zira en başta tını ile Muzaffer Akgün ve döneminin icrasındaki üslûp, senelerden buyana işitilmiyor...

        1920’li ve 30’lu senelerin icralarını, özellikle de İstanbul Konservatuvarı’nın derleme gezilerinde yapılan kayıtları dinlerseniz, o devirdeki halk çalgılarının çeşit bakımından şimdilerden çok daha fazla olduğunu farkedersiniz.

        İNGİLİZ ZOOLOĞUN ESERİ

        İngiltere’nin önde gelen zooloji profesörlerinden olan ve asıl mesleğinin yanında organoloji, yani “çalgıbilim” konusunda da dünyanın sayılı âlimlerinden kabul edilen Prof. Laurence Picken’in 1975’te Oxford Üniversitesi tarafından yayınlanmış “Folk Musical Instruments of Turkey”, yani “Türkiye’nin Halk Müziği Çalgıları” isimli koskoca bir eseri vardır. Bizde hiçbir müzikbilimcinin, organoloğun ve etnoloğun cesaret edemediği işi 2007’de 98 yaşında iken vefat eden Prof. Picken yapmış, 700 sayfa boyunca dünya kadar çalgımızı anlatmıştır.

        Ve, hatırlatayım: “Millî çalgımız” olduğu söylenen “bağlama”nın tarihi hakkında şimdiye kadar doyurucu bir çalışma yapılmamış, bağlamanın eski kaynaklarda, meselâ dünya kadar çalgıdan bahseden Evliya Çelebi’de bile isminin niçin geçmediğinin, daha doğrusu hakikaten bizim olup olmadığının üzerinde de hiç durulmamıştır!

        Halk müziğimizdeki çalgı zenginliği 1940’lardan ve 50’lerden sonra nihayet buldu, birçok enstrüman o senelerin tek yayın vasıtası olan radyoya alınmadı ve halk müziği sadece bağlamaya indirgendi! Yayınlarda sıra sıra bağlamanın yanında göstermelik bir-iki nefesli ve vurmalı çalgı da oluyordu ama tınıda ağırlık bağlamaya verildi ve halk müziğimizin zengin çalgı yelpazesi silindi, gitti.

        Gerçek icrada son nesli temsil eden Muzaffer Akgün ve çağdaşları, folklorik orkestralara indirilen bu darbeye rağmen bağlama refakatinde mükemmel bir musiki icra ettiler.

        Bugün, o sıra sıra bağlamaya bile hasretiz!

        ARTIK DEVİR HATMİ GEREKİR

        Halk müziği icrası, 1990’ların sonlarına doğru yerlere serilen alaturkanın yanında zemzemle yıkanmış gibi idi, konservatuvardan yetişen gençler alaturkacıları çatlatırcasına güzel icra yapıyorlardı. Ama bağlamalar elektrolaştırılıp türkü barlarının gürültü vasıtası hâline getirildi ve başlarına bir de pest perdelerden çalan arabesk kemanlar ve takır tukur ritm âletleri musallat edildi! Bunlar da yetmedi, bas ses merakı ile yeni çalgılar icat edildi ve bu nevzuhur çalgıların, bongoların, tamtam misali âletlerin ve Kahire tavrı kemanların refakatinde vıcık vıcık arabesk hâline getirilen havalara “halk müziği” denir oldu.

        Okuyucuların seslerini ise hiç sormayın! Kadın sesi kalınlaştı, erkek sesi inceldi, yani herşey tersine döndü, avaz avaz haykırmak musiki oldu ve hâlâ öyle zannediliyor.

        İşi bilen zevk sahipleri bizdeki müziğin her çeşidine bundan çok zaman önce Fatiha okumuşlardı ama Muzaffer Akgün’ün ardından halk musikisi için şimdi devir hatmi indirmek gerekecek!

        Diğer Yazılar