Memduh Ün ve sinemamız
MEMDUH Ün de vefat etti, Türk sinemasının klasik ve güzel dönemi yönetmenlerinden de hayatta zannedersem başka kimse kalmadı...
Sinemamızın geçmişini, özellikle de 50’li ve 60’lı senelerdeki yapımları düşündüğünüzde, Türkiye’nin o fakir günlerinde mükemmel filmler çekilmiş olduğunu ve bu filmlerin çoğunun şimdi klasik kabul edildiğini görürsünüz...
O neslin en önemli yönetmenlerinden olan Memduh Ün ile 1958’de çektiği, başrollerinde Muhterem Nur ile Fikret Hakan’ın oynadığı “Üç Arkadaş” da, sinemamızın herhalde en unutulmaz filimlerinden biri olarak kalacaktır.
O devir Türk sinemasının kalitesini ve Memduh Ün’ün sanatını merak ediyorsanız “Üç Arkadaş”ı mutlaka seyredin. Bulması öyle zor falan değil, Youtube’da da var. Tamamını seyretmeniz en fazla bir buçuk saatinizi alır ve filmi sinemalarda hüngür hüngür ağlayarak, gözyaşları ile izleyen genç kızlarla kadınların estetik cerrahinin tam gelişmediği o devirde ellerinde Muhterem Nur’un fotoğrafı ile doktorlara koşup “Burnumu böyle yaptırmak istiyorum” demelerinin sırrını da anlarsınız.
MÜZİKLERİ DE KLASİK OLDU
50’li, hattâ 60’lı senelerin bugün hayatta bulunan yönetmenleri, oyuncuları, senaristleri, kameramanları yahut ışıkçıları ile, yani filmlerde çok yahut az katkısı bulunanlarla konuşup o günlerin sinema ortamını sorduğunuzda, alacağınız ilk cevap “parasızlık” olur. En önemli oyuncular bile bir setten ötekine koşuşturup kıt-kanaat geçinmektedirler. Yapımcı filmin düşük maliyetle nasıl çıkacağının derdindedir; çekimler en basit ortamlarda yapılmakta ve çekimde görev alan herkes o işten günlük nafakasını elde edebilmeye çalışmaktadır.
Ama ortaya çıkan eserlerin, yani filmlerin tabii ki tamamı değil ama bazıları klasik olacak derecede kalitelidir ve zaten kalıcı olmuşlardır.
Üstelik sadece filmler değil, müzikleri de... Bugün neredeyse klâsik olmuş birçok şarkı o senelerin filmleri için üç kuruşa besteletilmiş ve sonradan musiki repertuvarının nadide parçaları hâlini almışlardır.
Böylesine bir yokluk ortamında yapılan filmler niçin klasik sınıfına girdiler dersiniz?
Aralarında Memduh Ün gibi işini hem çok iyi bilen, hem de severek yapan yönetmenlerin sanat kavramını ve sanatın yapmacık değil, gerçek yönünü hiçbir şekilde ihmal etmemeleri sayesinde...
Sözünü ettiğim filmeri seyrettiğinizde çekim ve oyuncu kalitesinin yanında bir hususa daha dikkat edin: O filmlerin bazı görüntüleri, özellikle de İstanbul’da çekilmiş olanları, şehrin belgeseli gibidir! Öyle sahneler vardır ki, eski fotoğraf albümlerinde rastlayamaz; binaların, sokakların ve insanların görüntülerini başka yerde bulamazsınız.
ANLATMAYA KİTAP BİLE YETMEZ
O zamanın filmleri ile bugünün yapımları arasında ne fark mı var?
Öylesine çok ki, tek tek anlatmaya ve yazmaya değil bu köşenin, koskoca bir kitabın hacmi bile az gelir! Oyuncuların sanat gücünden tutun çekimlerin kalitesine, yönetmenin ışığı ve gölgeyi kullanma zevkinden konunun sosyolojik boyutuna kadar dünya kadar fark...
Bugünün Türk sineması ortaya tabii ki güzel eserler koyuyor ama kimse kusura bakmasın, Memduh Ün’ün zamanındaki çekimler ve filmler artık yok!
Geçmiş senelerde oyuncular öne çıkartılırken şimdi genellikle yönetmenler ve arada bir de filmin bütünü hakkında yazılıp konuşuluyor; daha doğrusu yönetmenler parlatılıyor ve iş bir tanıtım ve reklam faaliyetine dönmüş vaziyette! Üstelik mizahın unutulduğu ve küfrün mizah zannedildiği bir ortamdayız, bu yüzden başından sonuna kadar hakaretâmiz konuşmalarla dolu çekimler başarı zannediliyor; yeni yapımlar içeride ve dışarıda ödüller de alıyor ama ya gişe hâsılatı, ya halkın rağbeti?
Meselenin üzerinde mutlaka ve önemle durulması gereken bir başka tarafı daha var: Türkiye’nin en fukara zamanında binbir güçlükle çekilmiş olan siyah-beyaz filmler kalıcılıklarını hâlâ muhafaza ediyorlar ama bugün devletten, bakanlıklardan yahut Avrupa’nın bilmemne fonlarından desteklenen yapımlar niçin bir türlü kalıcı olamıyor ve sadece Cihangir çevresi ile bir iki eş-dostun köşelerinde yüceltiliyor?
Mehduh Ün’e rahmet ve sevgili Fatma Girik’e sabır temenni ediyorum...