Yıldız Sarayı kumarhane yapıldığında Ayasofya da az kalsın caz kulübü olacaktı
“Amerikan Caz Orkestraları Birliği”, 1926 Aralık’ında Türkiye’ye başvurarak o senelerde cami olarak kullanılan Ayasofya’yı “dünyanın en büyük caz kulübü” hâline getirmeyi önermiş ve Ayasofya’ya dünyanın en büyük caz orkestraları ile beraber en kalabalık ve en güçlü saksafonlarını getirmeyi vaadetmişti. Bugün, şimdiye kadar bilinmeyen ve neyse ki sonuçsuz kalan bu tuhaf girişimden kısaca bahsediyor ve ayrıntılarını bulmayı konuya alâka gösterecek olan araştırmacılara bırakıyorum...
Daha önce yazmıştım: Yıldız Sarayı’nın bir bölümü hükümetin ve İstanbul Belediyesi’nin verdiği izinlerle 1926 Eylül’ünde bir İtalyan şirketine tahsis edilerek kumarhane ve dans salonu haline getirilmişti. Bir sene boyunca hem İstanbullular’ın hem de rulet ve poker aşkına Avrupa’dan gelenlerin iliğini-kemiğini sömüren kumarhane tam bir sene sonra bir subayın içeriye girmesine izin verilmemesini şeref meselesi yapıp kapıda intihar etmesi üzerine kapatılacaktı...
BELEDİYEYE BAŞVURDULAR
Arşivlerde 1926 ve 1927 seneleri ile ilgili hariciye evrakını gözden geçirdiğinizde genç Türkiye’nin Osmanlı geçmişi konusunda artık unutulmuş olan ama bir hayli şaşırtıcı girişimleri ile karşılaşırsınız...
Yıldız Sarayı’nın kumarhane yapılması bu hadiselerden sadece biri idi ve o günlerde şimdi tuhaf görülecek başka girişimler de olmuştu. Meselâ, hükümet Topkapı Sarayı’ndaki mücevherleri satışa çıkartmış; satış için Fransa ile ciddî temaslar yapılmış ve bu arada şimdi artık tamamen unutulmuş bir girişim de olmuştu: Amerikalılar, o senelerde cami olarak kullanılan Ayasofya’yı “caz kulübü” haline getirmek için Türk Hükümeti’ne müracaatta bulunmuşlardı...
Girişim 1926 Aralık’ında yapılmış ve “Amerikan Caz Orkestraları Birliği”, Amerikan Büyükelçiliği vasıtası ile hem İstanbul Belediyesi’ne, hem de hükümete başvurarak Ayasofya’nın kendilerine tahsisini istemişti!
New York Times Gazetesi’nin 16 Aralık 1926 tarihli nüshasında “Ayasofya’da Dans” şeklinde çevrilebilecek başlığın altında çıkan haberde “İstanbul’daki meşhur Ayasofya Camii’nin bir dans salonu haline getirilmesi için teklif yapıldı. Bir grup işadamı, bu büyük yapının ibadete uygun olmadığını söyleyerek Ayasofya’nın dans salonuna çevrilmesi için İstanbul Valiliği’ne müracaatta bulundu” deniyordu. Haberde daha sonra Ayasofya’nın tarihine de kısaca temas ediliyor ve Yıldız Sarayı’nın “lüks bir kumarhane ve dans mekânı” yapıldığı da hatırlatılıyordu.
NEYSE Kİ DESTEK GÖRMEDİ
Aynı gazetede bir ay kadar sonra, 1927’nin 11 Ocak’ında “Ayasofya’da caz olsa” şeklinde çevrilebilecek başlıkla yeralan bir diğer haberde de girişim hakkında daha ayrıntılı bilgiler veriliyordu. Haberde yazıldığına göre Amerikan Büyükelçiliği, “Amerikan Caz Orkestraları Birliği”nin bu konudaki talebini Türk yetkililere iletmek üzere idi. Caz Birliği, büyükelçilikten Ayasofya’nın akustiği ile ilgili ayrıntıları istemiş ve dünyanın en büyük caz orkestrası ile beraber en güçlü saksafonlarını da Ayasofya’ya getirmeyi vaadetmişti.
New York Times’ın muhabiri haberin bütün bu ayrıntıları veriyor ama haberin sonunda “Bu teklif İstanbul’dan destek görmüyor gibi” diye yazıyordu.
Amerikalılar’ın teklifinin neticesi mâlûm, Ayasofya’da neyse ki böyle bir rezalet yaşanmadı. Amerikan Elçiliği ile İstanbul Valiliği ve Türk Hükümeti arasında bu konudaki görüşmeler ile alâkalı belgeleri bulabilmek maksadıyla arşivde bir araştırma yapmaya henüz vakit bulamadığım için tarafların konu hakkında birbirlerine neler söylediklerini ve resmî yazışmalarda neler dendiğini bilemiyorum. Bugün vaktiyle sadece böyle bir girişim olduğunu yazmakla yetiniyor ve ayrıntıların ortaya çıkmasını da artık konuya alâka gösterecek olan araştırmacılara bırakıyorum...
MÜCEVHERLERI SATACAKLARDI
New York Times Gazetesi’nde Ayasofya hakkında 16 Aralık 1926’da çıkan ilk haber.
1920’li senelerde Türkiye’nin Osmanlı geçmişi konusunda bazı tuhaf girişimler içerisinde bulunduğunu söylemiştim ya...
Sözkonusu girişimlerin tuhaf örneklerinden biri de, Ankara’nın Topkapı Sarayı’ndaki mücevherleri Avrupa’da müzayede ile satma teşebbüsü idi...
Bu sayfadaki kutuda, mücevher satışı meselesinin ayrıntılarını okuyabilirsiniz...
FRANSIZLAR NEYSE Kİ "HAYIR!" DEDİLER DE TOPKAPI'NIN HAZİNELERİ ELİMİZDE KALDI
Topkapı Sarayı’ndaki mücevherlerin 1927’de satışa çıkartılması konusunu daha önce yazmıştım, burada kısaca tekrar ediyorum... Girişimle ilgili sözünü ettiğim belgeler bugün Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi’ndedir ve hadiseyi bu belgelere dayanarak naklediyorum: Paris’in önde gelen mücevher şirketlerinden Rozanes, 1927 ilkbaharında Türkiye’nin Paris Büyükelçisi Fethi Bey’den yazılı bir teklif alır: Büyükelçi “İstanbul saraylarında padişahlar zamanından kalan mücevherleri satmak istiyoruz. Bu satıştan elde edilecek gelir memleketin kalkınmasına sarfedilecek. Lutfen en iyi uzmanlarınızdan birini mücevherlerin değer tesbitini yapması için Türkiye’ye gönderin” demektedir. Türkiye’nin böyle bir girişimde bulunmasının iki sebebi vardır: “Bedelleri millet işlerine harcanmak maksadıyla”, yani mücevherleri elden çıkartarak yeni kurulan ve son derece fakir olan devlete gelir sağlama ve bu arada da eski rejimden kalma ne varsa unutturma çabası...
Topkapı Sarayı’nın satışa çıkartılan en meşhur mücevheri: Kaşıkçı Elması.
Sultan Abdülhamid’in otuz küsur sene boyunca kullandığı Yıldız Sarayı da yine aynı düşünce ile o günlerde zaten kumarhane hâline getirilmiştir! Paris’teki şirketin sahibi Mösyö Rozanes, hemen Robert Linzeler adında bir uzmanı Türkiye’ye gönderir ama tekliften Fransız Dışişleri Bakanlığı’nı da haberdar eder: Bakanlığa “Bu işin siyasî boyutu olabilir. Biz mücevherlerin kaç para edeceğini hesaplarken siz de lutfen meselenin o tarafıyla alâkadar olun” der.
Avrupa ülkeleri Ankara’yı o günlerde genç cumhuriyetin başkenti olarak henüz tanımamıştır ve elçiliklerini İstanbul’da tutmaya inatla devam etmektedirler. Fransız Büyükelçiliği de İstanbul’dadır ve İstanbul’daki maslahatgüzar Brugere ile Paris arasında mücevherler konusunda yazışmalar yapılır. Topkapı Sarayı’nda mücevherleri incelemeye başlayan Linzeler ise hazinenin değeri hakkındaki ilk tahminini yapar: Topkapı’nın mücevherleri, Avrupa’da mezata konmaları halinde en az 300 milyon Frank edeceklerdir. Paris, artık ellerini ovuşturmaktadır ve yazışmalarda “Rus Çarı’nın hazinelerini İngilizler’e kaptırmıştık ama Türk hazineleri bize kalacak. Bu işten iyi para götüreceğiz” gibisinden ifadeler yeralmaktadır. Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand ile İstanbul’daki maslahatgüzar Brugere ve mücevherci Rozanes, birbirlerine sayfalar dolusu mektuplar göndermektedir...
Topkapı’daki hazinelerin satışı konusunda İstanbul’daki Fransız Büyükelçiliği’nden Fransız Dışişleri’ne gönderilen yazılardan biri.
Herşey tamamlanır, Fransız şirketi ile Türk Hükümeti mücevherlerin mezatla satılması konusunda anlaşmaya varırlar ve sıra mezatın yapılmasına gelir. Fransa hazırlanacak katalog için Türkiye’den mücevherlerin kime ait olduğunu ve kimin adı ile satışa konacaklarını sorar...
Ama, Paris’teki Türk Büyükelçisi Fethi Bey “Bunlar padişahlara, çoğu da İkinci Abdülhamid’e aittir” cevabınıverince işler karışır. Fransızlar arasında yeniden bir yazışma trafiği başlar. Dışişleri Bakanlığı bu defa “Abdülhamid’in vârisleri bizi dava etmeye kalkarlar, davayı kazanırlar ve bütün para elimizden gider. Bir yol bulmalıyız” demektedir.
Düşünülür taşınılır ama çözüm bir türlü bulunamaz. Paris satış konusundaki her adımın Abdülhamid veresesinin haklarını ihlâl edeceğini farketmiştir. Ankara’ya 1928’in yaz aylarında gönderilen son mesajda “Biz bu işten vazgeçiyoruz, siz de vazgeçin. Zira satış yapıldığı takdirde padişahların vârisleri mahkemeye gidip herşeye elkoydururlar” diye yazmaktadırlar...
Dolmabahçe ve Topkapı Sarayları’ndaki mücevherlerin bugün hâlâ elimizde olmasını Fransa’nın işte bu cevabına borçluyuz...
Topkapı Sarayı’ndaki hazinenin satışı ile ilgili bütün ayrıntıları öğrenmek isterseniz ve imkânınız varsa, Fransız Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nin “Levant” kısmında E.349’dan sonraki seriyi, özellikle de 171 ile 178 arasındaki belgeleri iyice gözden geçirebilirsiniz.