Şeb-i Arus ve 'Gel, gel...' meselesi hakkında
Dün gece “Şeb-i Arus”, yani Hazreti Mevlânâ’nın vefat yıldönümü idi... Devlet erkânı Konya’da biraraya geldi, büyük şehirlerde semalar edildi ve Mevlânâ’yı konu alan toplantılar yapıldı...
Bugün internette, Twitter’da, sosyal medyanın daha başka alanlarında ve telefon mesajlarında bir Mevlânâ modasıdır gidiyor. Kulağına bir yerlerden Mevlânâ’ya atfedilen yalan-yanlış birşeyler çalınanlar işittiklerini vecize zannederek başkalarına gönderiyorlar ve neticede bir söz kirliliğidir gidiyor...
Gittikçe yaygınlaşan bu saçmalıkların ötesinde, son senelerde bir başka tuhaflık yaşanıyor: İsmi artık sadece hümanizm, sevgi, hoşgörü, vesaire gibi kavramlar ile beraber telâffuz edilen Mevlânâ’dan bir “hoşgörü dininin peygamberi” imişcesine bahsediliyor. Felsefeye tamamen karşı olmasına ve Mesnevî’sinde bu işe aleyhtar olduğunu açık açık ve yer yer de mizahî üslûpla söylemesine rağmen bir felsefeci gibi gösteriliyor ve bütün bunlar yapılırken daha alakâsız bir iş ediliyor: “Men bende-i Kur’ânem...” sözleri ile başlayan meşhur rübaisinde “Hayatta olduğum müddetçe Kur’an’ın kuluyum, seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım. Birisi çıkıp da söylediklerimden farklı bir sözü bana atfen naklederse ondan da, o sözden de şikâyetçiyim” diyen Mevlânâ, ortalığı son senelerde saran Mevlevîlik uzmanlarının ve kerametleri ile destarları kendilerinden menkul şeyhlerin elinde artık sadece bir sevgi ve hoşgörü mâbudu hâlini almış vaziyette!
BAKİ HOCA’NIN ANLATTIKLARI
Bugün Mevlânâ’dan sözedenlerin bir-ikisi müstesna, neredeyse tamamının her nedense gözardı ettikleri husus işte burada; yani Mevlânâ’nın Kur’an ve İslâmî kurallar haricinde tek bir söz bile etmediği, “Bizde hoşgörü vardır, canınızın istediğini yapabilirsiniz” gibisinden bir çizgide olmadığıdır.
Yine ona atfedilen “Gel, gel, ne olursan ol yine gel...” sözünün, daha doğrusu rübainin hakikaten Mevlânâ’ya ait olup olmadığından daha önce de bahsetmiştim, yeri gelmişken tekrar yazayım:
Mevlânâ ve Mevlevîlik konusunda Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük âlimlerin başında rahmetli Mevlânâ’nın eserlerinin tamamını Türkçe’ye çevirmiş olan Abdülbaki Gölpınarlı gelirdi; Abdülbaki Hoca ile uzun zaman beraber bulundum, sözkonusu rübainin defalarca bahsi geçmiş, Hoca’ya bu mesele defalarca sorulmuştu.
Hoca’nın “Gel, gel, ne olursan ol yine gel...” meselesi hakkında söylediklerini özetleyerek nakledeyim:
“Rübai, ‘Bâz â, bâz â...’ sözleri ile başlar. ‘Bâz â’ sözü Farsça ‘bâz âmeden’ fiilinin emir şeklidir ve ‘geri gel’ demektir. Ama, ‘bâz âmeden’in o devir Farsçası’nda bir başka mânâsı daha vardır: ‘Tövbe etmek’! Rübaide ‘Gel, ne olursan ol gel, her ne halt ettin, nasıl bir günah işledinse gel, zira bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir, istersen putunu da getir, beraber tapınalım’ değil; ‘Tövbe et, her ne ettin ise tövbe et. Kâfir isen, ateşe yahut puta tapıyorsan yine tövbe et. Burası umutsuzluk eşiği değildir, tövbeni yüz defa bozmuş olsan bile yine tövbe et’ denmektedir”.
ŞİİRİN ASLI KUR’AN’DADIR
Hoca, rübai hakkında şimdilerde artık hiç bahsedilmeyen bir başka izahta daha bulunur, dörtlüğün Zümer Suresi’nin 53-54. âyetlerinin meâli olduğunu söylerdi...
Sözkonusu âyetleri yine Hoca’nın meâlinden nakledeyim:
“De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphe yok ki, Allah bütün suçları örter. Şüphe yok ki o, suçları örter, rahîmdir. Ve dönün rabbinize ve teslim olun ona, size azap gelip çatmadan. Sonra yardım edilmez size”.
Peki, rübai hakikaten Mevlânâ’ya mı, yoksa başkasına mı aittir, yani kimindir?
Sözkonusu dörtlük Mevlânâ’nın eserlerinin en eski orijinal elyazmalarında geçmez, bir-iki nüshada yeralanları ise sonraki asırlarda ilâve edilmiştir. Rübainin, Mevlânâ ile çağdaş olan, “Baba Abdal” diye bilinen ve 1260’ların sonunda ölen İranlı şair Efdalüddin-i Kâşânî’ye yahut onlardan iki asır önce yaşamış olan Horasanlı şair Ebû Said-i Ebu’l-Hayr’a ait olduğu söylenir. Abdülbaki Hoca şiirin Baba Abdal’ın üslûbuna ve neş’esine uymadığını ve Mevlânâ’nın eserlerinde geçmeyen rübai, Ebu’l-Hayr’ın eserlerinin eski nüshalarında onun adına kayıtlı bulunduğunu anlatırdı.
Şiir aslında kime ait olursa olsun, pek farketmez... Önemli olan, mısralarda “Ne halt etti isen gel!” değil; “Tövbe et!” denmesidir ve Mevlânâ’yı sevgi, hoşgörü, vesaire temelinde Amerikan modeli bir “kült lideri” hâline getirenlerin bu dörtlüğü artık hergün defalarca okumaları gerekir!