Bugünkü Suriye'yi bölerek kurmuş ve Lübnan'ı alıp ayrı devlet yapmışlardı
Suriye’nin geleceği, Cenevre’de bugün başlaması beklenen uluslararası toplantıda belirlenecek ve toprak bütünlüğünü muhafaza etmeyeceğine yahut bölünüp bölünmeyeceğine de büyük ihtimalle Cenevre’de karar verilecek. Suriye’nin bölünme ihtimalini tartıştığımız bugünlerde kuruluş günlerini de hatırlamamız gerekiyor: Bu ülkenin kuruluşu da bölünerek olmuş, 1930’lara kadar Suriye toprağı kabul edilen Lübnan ayrı bir devlet haline getirilmiş ve bağımsız Suriye işte bu bölünmeden sonra ortaya çıkmıştı.
Suriye’nin geleceği Cenevre’de yapılacak olan ama günlerden buyana ertelenen ve bir ihtimal bugün başlaması beklenen toplantılarda belirlenecek.
Senelerden buyana karmakarışık vaziyette bulunan Suriye, toprak bütünlüğünü muhafaza edecek mi yoksa bölünecek mi veya başka bir şekil mi alacak, herşey işte bu toplantılarda belli olacak...
KAFKASYA’DAN ŞAM’A
Bütün bu hazırlıklar öncesinde, Suriye’nin kuruluşu konusunda çok önemli olan ama artık unutmuş olduğumuz bir hadiseyi anlatayım: Bugünlerde bölünüp bölünmeyeceği tartışılan Suriye’nin kuruluşu bölünerek olmuş, 1930’lara kadar Suriye toprağı kabul edilen Lübnan ayrı bir devlet haline getirilmiş ve bağımsız Suriye işte bu bölünmeden sonra ortaya çıkmıştı.
Ve bütün bu gelişmelerin içerisinde bir aile, “Holo” ailesi vardı; Hololar’ın öyküsü Kafkasya’dan İstanbul’a, Sultan Abdülhamid’in devleti idare ettiği Yıldız Sarayı’ndan Şam’daki cumhurbaşkanlığı makamına kadar uzanıyordu...
LÜBNAN HİÇ VAROLMAMIŞTI
İşte bu ailenin ve Suriye’nin kuruluşunun öyküsü:
Ortadoğu’da asırlar boyunca “Lübnan” diye bir ülke ve “Lübnanlı” diye bir millet yoktu. Bölge Suriye’nin uzantısı kabul edilirdi ama tarih İstanbul’dan Washington’a, oradan Kahire’ye ve nihayet Şam’a uzanan ardarda cilveler yaptı ve Lübnan bütün bu cilvelerin neticesinde doğdu.
Ve, Lübnan konusunun Sultan Abdülhamid’in sarayı ile bağlantısı...
İkinci Abdülhamid’in iktidar yıllarında, hükümdardan sonra gelen en güçlü kişi, padişahın sırdaşı İzzet Holo Paşa idi.
GİZLİ TEMASLARI YÜRÜTTÜ
Tarihlere “Arap İzzet” diye geçen İzzet Holo Paşa, Şam’da 1852’de doğmuştu ve kanında Araplıktan Kürtlüğe, Çerkeslikten Türklüğe kadar imparatorluğun hemen her unsurunun özelliklerini taşıyordu. Çok iyi bir tahsil gördü, 1890’lı senelerde Abdülhamid tarafından saraya alındı, zamanla hükümdarın en güvendiği adamı oldu. Padişahın dış dünya ile temasının sağlanması, memlekette olup bitenler hakkında haberdar edilmesi ve devlet birimleri arasında koordinasyon gibi işlerin yanısıra hükümdarın gizli yahut pek de etik olmayan temaslarını senelerce o yürüttü. .
Derken, Türkiye’de meşrutiyet ilân edildi, arkasından 31 Mart olayı yaşandı ve Abdülhamid 1909’da tahtından indirilip sürgüne gönderildi. Sabık hükümdarın yakınlarının hayatları tehlike altındaydı ve İzzet Paşa da eski devrin birçok ileri geleninin yaptığını yapıp Türkiye’yi terketti. Önce Avrupa’ya gitti, oradan Mısır’a geçti, büyük bir servete sahip olduğu için hiç sıkıntı çekmedi, hep refah içerisinde yaşadı ve hayattan 1924’te, Kahire’de ayrıldı. .
İzzet Paşa’nın değişik hanımlardan 17 çocuğu olmuş ve bunların sadece dördü hayatta kalabilmişti. Paşa hayatının sonuna kadar Türk vatandaşlığını muhafaza etmişti ama değişik memleketlere giden çocukları, imparatorluğun yıkılması üzerine bulundukları ülkelerin vatandaşlıklarını aldılar..
SINIRLARLA OYNADILAR
Paşa’nın büyük oğlu Mehmed Ali Bey, Suriye’de yaşıyordu ve oranın teb’asına geçti. Şam’da doğmuş, Abdülhamid’in iktidar senelerinde bir ara Osmanlı İmparatorluğu’nun Washington Büyükelçiliği’ni yapmıştı. Ortadoğu’nun 1918’de elimizden çıkmasından hemen sonra Fransız mandası altındaki Suriye’nin Maliye Bakanı oldu ve 1932’de cumhurbaşkanı seçildi.
Mehmed Ali Bey’in başkanlığı sırasında, Suriye karmakarışıktı. İngiltere ile Fransa, Dünya Savaşı’ndan sonra elimizden çıkan Ortadoğu’yu kendi aralarında taksim etmişler; petrol bölgesi Irak İngilizler’e, ticaret merkezi Suriye de Fransızlar’a düşmüştü. Suriye’yi asırlar önceki Haçlı Seferleri’nden itibaren kendisine ait kabul ettiği Fransa artık oraların efendisiydi ve hâkimiyetini uzun zaman devam ettirebilmek için sınırlarda bazı değişiklikler yapması gerekiyordu.
ENTELLEKTÜELLER AYAKLANDI
Bu değişiklik, o zamana kadar devlet olarak varolmayan Lübnan’ın müstakil bir hâle getirilmesiydi. Fransızlar, Suriyeliler’in kendi toprakları olarak gördükleri Lübnan için 1926’nın 23 Mayıs’ında bir anayasa hazırladılar. Lübnan, Fransız idaresinden sonra artık bağımsız bir devlet olacaktı.
Fransa’nın kararı, Suriye’yi karıştırdı. Eski Suriye Krallığı’nın ve Emevi İmparatorluğu’nun vârisi olduklarına inanan Arap entellektüeller yeni bir devlete karşı çıkıyorlardı. Bu entellektüellerden Anton Saade’nin ortaya attığı ve bir hayli taraftar bulan “Büyük Suriye” hayali Hatay’dan başlayıp Sina Yarımadası’na ve Süveyş Kanalı’na, Akabe Körfezi’nden Kıbrıs’a, oradan da Basra Körfezi’ne uzanıyordu.
Arap entellektüeller bu hayalin peşindeyken, Lübnan’ın Hristiyan halkı Fransa’nın yanında yeraldı. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bize karşı Arap isyanını başlatan Şerif Hüseyin’in oğlu olan ve Fransa’nın Suriye’ye kral yaptığı Faysal da Lübnan’ın ayrılmasına karşı çıkınca tahtından indirilip İngiltere’ye sürgüne gönderildi.
‘ULUSAL CEPHE’ KARŞI ÇIKTI
Tartışmalar ve mücadeleler senelerce hiç kesilmeden devam etti, Arap İzzet Paşa’nın oğlu Mehmed Ali Bey, yahut oradaki ismiyle “Muhammed Ali Bey el-Âbid”, 1932’nin 11 Haziran’ında Suriye Cumhurbaşkanı oldu ve 1934’te Fransızlar ile bağımsızlık konusunu görüşmeye başladı. Anlaşma taslağı tamamen Fransa’nın çıkarlarına göre hazırlanmıştı: Lübnan ayrı bir devlet olacak, Suriye’nin bazıkısımları Fransız kontrolünde bulunacak, Hatay’a ve Cebel bölgesine ayrı bir statü verilecekti.
Mehmed Ali Bey’in Lübnan’ın Suriye’den ayrılmasını kabul etmesi üzerine Şam daha da karıştı, anlaşmaya karşı çıkanlar “Ulusal Cephe” adını verdikleri bir muhalefet grubu kurdular. Cephe’nin halkı sokaklara döküp genel grevler ilân etmesi Suriye’deki Fransız manda idaresini sıkıntıya sokunca, Paris, Ulusal Cephe’yi muhatap kabul etmek zorunda kaldı. 1936 Eylül’ünde Paris’te varılan ve Suriye’ye kademeli bir bağımsızlık veren anlaşmayı Ulusal Cephe’nin lideri Haşim el-Attasi imzalayacak ama Fransızlar’ın Mehmed Ali Bey’den kopardıkları Lübnan, bu anlaşmaya göre bağımsız bir devlet olacaktı.
EN ÇOK BİZE YARADI
Paris Anlaşması’ndan sonra yaşananları da kısaca anlatayım: Mehmed Ali Bey’in görev süresi, anlaşmanın imzalanmasından üç ay sonra nihayete erdi ve Suriye Cumhurbaşkanlığı’na Haşim el-Attasi geldi. Sabık Cumhurbaşkanı Mehmed Ali Bey, Suriye’yi bırakıp Güney Fransa’nın Nice şehrine yerleşti, orada refah içerisinde yaşadı ve 1939’da Nice’te öldü. Suriyeliler, daha önceleri “Lübnan’ı satmakla” suçladıkları eski başkanlarının cenazesini Şam’a götürüp büyük bir devlet töreniyle defnettiler. Fransa’nın bütün bu anlaşmalara rağmen bölgeyi boşaltması seneler alacak ve son Fransız askeri, Suriye ile Lübnan’ı 1946’da terkedeceklerdi.
İşte, şimdi bölüp bölünmeyeceği tartışılan Suriye Mehmed Ali Bey’in çabalarıyla ama bu şekilde “bölünerek” kurulmuştu...
Sultan Abdülhamid’in en yakın adamı İzzet Paşa’nın oğlu olan Mehmed Ali Bey, Lübnan’ın kuruluşuna karşı çıkmadığı için bazı Suriyeliler tarafından bugün bile hoş olmayan bir şekilde yâdediliyor. Ama, onun Fransızlar’ın baskısıyla kabul ettiği Paris Anlaşması’nın Türkiye’nin ne kadar işine yaradığını da bizler pek bilmiyoruz: Mehmed Ali Bey, Paris Anlaşması’nı kabul ederken eski vatanı Türkiye’ye farkında olmadan büyük bir hizmette bulunmuştu, zira Hatay’ın topraklarımıza katılmasını bu anlaşmanın bazı maddelerini lehimize hukuki dayanak yaparak sağlamıştık.