Ete 'narh' konması ve dil devrimimiz!
Tarım Bakanı Faruk Çelik geçen gün ete “tavan fiyat” uygulanacağını açıkladı ve tavan fiyat kıymada 32, kuşbaşında da 34 lira oldu...
Haberi TV’den işittiğimde arkadaşlarla beraberdik, “Ete narh konmuş” dedim ama “narh” sözünü büyük ihtimalle “nah” anlayıp tuhaf tuhaf baktıklarını görünce “Narh, narh” diye tekrarladım. Bakışlar yine aynı şekilde, yani bomboştu ve yaşıtlarım bile “narh”ın ne demek olduğunu bilmiyorlardı yahut unutmuşlardı!
İşitmemiş olanlar için söyleyeyim: Farsça olan kelimenin aslı “nirh”tir, bizde “narh”a dönmüştür, devletin çarşıda ve pazarda satılan malların fiyatlarına bir üst sınır koyması, bu fiyatın üstünde satışı yapılmasını yasaklaması demektir.
Benzer şekilde bir kelime fukaralığına da dün tesadüf ettim:
Gazetedeki arkadaşlar Albert Einstein’ın meşhur teorisinin doğruluğu konusunda yurtdışındaki önemli bilim merkezlerinden birinin bir açıklama yapacağını söylediler ve teoriden “görelilik” diye bahsettiler, bir başka arkadaş da “Yok, yok, artık ‘görelilik’ denmiyor, ‘görecelilik’ diyorlar” dedi.
Dayanamadım, “İzafiyet teorisini bilir misiniz?” diye sordum ve netice: “İzafiyet” sözünü hiçbiri işitmemişti!
“YANİ”, “AAAAAA” VE “IIIIIIIII”...
Bu defa “izafiyet”in yabancı dildeki karşılığından Fransızca telâffuzu ile, “rölativite” diye bahsettim. Dil bilenler “A tabii, rilativity” diye İngilizce’sini tekrar ettiler ama iş “relativity”nin Türkçe karşılığına gelince “yani”ler, ardarda “aaaaa”lar ile ıhlamalar sıralandı ve maalesef netice çıkmadı!
Einstein’ın “Theory of Relativity”sine bizde uzun seneler boyunca “izafiyet teorisi” denmesinden vazgeçilmiş, “izafî”yi “göreli” yahut “göreceli” yapmışlar, “izafiyet” de “görelilik” veya “görecelilik” olunca aradaki bütün bağlantılar kopup gitmişti. Rabıtayı sadece genç nesil değil, okumuş yazmış orta yaşlılar bile artık kuramaz vaziyette idiler!
“Narh” kelimesi senelerden buyana kullanılmıyor, dolayısı ile mânâsını gençlerin bilmemesine normal diyelim, “lu lu lu lu luuuuuu” der gibi “görelilik” yahut “görecelilik” yaptığımız “izafiyet”i işitmemiş olmalarını da kabul edelim...
Ama ya ellilerini geride bırakmış olanların bile kelime fakiri hâline gelmeleri?
Bu dil ve kültür fukaralığının sebebini bazı çevrelere soracak olsanız hemen “harf devrimi” cevabını alırsınız. 1928’de yazının değişmesi ile “bir gecede cahil kaldığımızı” söylerler, “Bin senelik kültürümüzü unuttuk” derler ve sıkıntının, daha doğrusu cehaletin sebebini derhal harf inkılâbına bağlarlar.
Ama, harf devriminin ardından yapılmış, resmî olmamasına rağmen gayet sıkı şekilde uygulanmış, uzun seneler devam etmiş ve hattâ bugün de süregelen bir başka inkılâp, daha doğrusu uygulama vardır ve lisan konusundaki dertlerin sebebi işte “dil devrimi” denen bu çabadır!
KABAHAT YAZIDA DEĞİL
Türkiye, senelerden buyana “harf devrimi” ile “dil devrimi”ni ve bu devrimlerin neticelerini karıştırıyor, Türkçe’nin özellikle de son senelerde birkaç yüz kelimelik fukara bir kabile dili hâline gelmesinin kabahatini sadece harf devrimine yüklüyor!
Yanlışlık işte burada: Türkçe’nin fakirleşmesinin, âhengini kaybetmesinin, nesillerin birbirini anlamaz hâle gelmesinin ve “narh” yahut “izafiyet” gibi daha binlerce kelimenin unutulmasının sorumlusu harf devrimi, yani alfabenin değişmesi değildir; ifade fukaralığı 1930’lardan buyana hâlâ doludizgin giden ve “dil devrimi” dediğimiz “Öztürkçe” modası, başka bir ifade ile “sadeleştirme” hevesidir.
Çoğu okuryazar olmayan, yani eski harfleri bilmeyen ama bugünkü dil fukaralığımızın kabahatini hemen her vesile ile harf devriminin üzerine yükleyenlerin söylediklerine kulak asmayın ve “dil devrimi” denen tuhaf çabayı aklınızın bir tarafında muhafaza etmeye çalışın...
Resmen vârolmayan ama hâlâ devam eden ve devam ettikçe de Türkçe’yi daha berbat ve takır-tukur hâle getiren “dil devrimi”nden ileride uzun uzun bahsedeceğim...