Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aradan tam kırk sene geçmiş, dolayısı ile ayrıntılarda hata yapabilirim, bu yüzden peşinen affınızı rica edeceğim...

        1976 sonbaharının ilk günleriydi... Kavaklıdere’de vaktiyle Fuad Köprülü’nün evinin bulunduğu yere sonradan yapılan o zamanın modern apartmanındaki büroda şimdi dördü rahmetli olan beş kişi vardı: Süleyman Demirel’in tek parti iktidarı sırasında İçişleri Bakanı olan ve “Zehir Hafiye” diye bilinen Dr. Faruk Sükan, ilerki senelerde ANAP’ın Ankara Belediye Başkanı Mehmet Altınsoy, Adalet Partisi’nin kurucularından Kadri Eroğan ve gazeteci İlhan Bardakçı, yani babam ve bendeniz...

        Dr. Faruk Sükan, Mehmet Altınsoy ve Kadri Eroğan, Adalet Partisi’nde Süleyman Demirel’e karşı Ferruh Bozbeyli ile Sadettin Bilgiç’in liderliğinde muhalefet başlatan ve 1970 Şubat’ında bütçeye red oyu vererek Demirel Hükümeti’ni düşürdükten sonra partilerinden ayrılan 41 milletvekilinin kurduğu Demokratik Parti’nin mensupları idiler...

        Üç politikacı ile bir gazeteci yeni bir gazete projesini konuşmak için biraraya gelmişlerdi. O sırada 20 yaşında olan bendenizin de toplantıda bulunma sebebi ise misafirlere çay, kahve, pasta, vesaire ikram etmekten ibaretti, o kadar!

        İSİM HARİÇ HERŞEY TAMAM!

        İlk parti çay ile pastaları ikram ettikten sonra salonun uzak bir köşesindeki sandalyeye ilişmiş, konuşmaları dinliyordum...

        Toplantı, saatlerce sürdü... Gazete çıkartılması konusunda görüş birliğine vardıktan sonra sermayenin nereden ve nasıl temin edileceği meselesi uzun uzun konuşuldu. Bunun da yolu bulundu ve sıra teknik işlere, yani büroların kurulmasına ve matbaa bahsine geldi.

        Yine uzun tartışmaların ardından matbaanın İstanbul’da olmasına, bir mürettiphane kiralanmasına, asıl baskının İstanbul’da yapılmasına, Anadolu’ya gidecek gazetelerin kalıplarının her akşam uçakla Ankara’ya gönderilmesine ve Ankara’da basılmasına karar verdiler...

        Arada birkaç defa daha çay verdim ve asıl önemli konuya gelindi: Gazetenin isminin ne olacağına!

        Ortaya çeşit çeşit isimler atıldı ama hiçbiri rağbet görmedi! İsimlerden bazıları fazla siyasî, bazısı kışkırtıcı ve hattâ bir kısmı da uçuk bulundu ve salon sessizliğe büründü! Biryerlerden ilham bekliyorlardı!

        “YENİ ZAMANLAR”DAN “ZAMAN”A

        Sovyetler, o senelerde “The New Times”, yani “Yeni Zamanlar” adında haftalık bir gazete çıkartır, milyonlarca basar ve rejimlerinin propagandasını yapmak maksadıyla dünyanın dört bir tarafında bedava dağıtırlardı. “The New Times”, İngilizler’in “Times”ına ve Amerikalılar’ın “New York Times”ına güya rakip olması için düşünülmüştü, “Times” kelimesini alıp başına bir “New”, yani “Yeni” sözünü ilâve etmişlerdi ve Ankara’da da hemen her ofise gönderirlerdi...

        Salonun öteki ucunda iliştiğim sandalyenin yanındaki sehpanın üzerinde de o gün gelen “The New Times” vardı... Misafirlerin isim bulmak maksadıyla derin tefekküre daldıkları sessizlik ânında vakit geçirmek için gazeteyi aldım, sayfalarını çevirdim, tatsız propaganda yazılarından sıkılıp tam katlayacağım sırada gözüm isme takıldı: “New Times”, yani “Yeni Zamanlar”...

        “Büyüklerin işine sorulmadan karışmak hem ayıp, hem de kabahattir” diye öğretmiş olmalarına rağmen bir iş ettim, “Zaman” dedim... “Zaman ismi olmaz mı?”.

        Birkaç saniyelik sessizlik oldu, “Sen karışma!” diye azar işitmeyi beklerken “Yahu, isim çok güzel ama mutlaka sahibi vardır. Böyle bir ismi boşta bırakmazlar” dediler...

        Haklıydılar, zira 1900’lerin başından itibaren “Zaman” adında peşpeşe birkaç gazete çıkmıştı, o günlerde bu isimle yayınlanan bir gazete yoktu ama birilerinin isim hakkını tescil ettirip ellerinde bulunması ihtimali yüksekti...

        “Sen yarın Emniyet’in Basın Masası’na git, ‘Zaman’ ismi tescillenmiş mi, bak!” buyurdular...

        Gittim... “Zaman” her nasılsa tescilli değildi, yani boşta idi!

        İsim hakkı hemen alındı, “Zaman” bir-iki ay içerisinde çıktı ama birkaç sene sonra battı, ismi mecburen satıldı ve 80’lerden itibaren başka bir gazete olarak yayınlanmaya başladı...

        İşte, bugünlerde sık sık gündeme gelen Zaman Gazetesi’nin “isim babası” olmamın öyküsü...

        Diğer Yazılar