Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bahar geldi ya, geçen hafta evdeki mahzende temizlik, daha doğrusu esaslı bir tasfiye yapayım dedim...

        Aile büyüklerinden kalma eşyalarla ve benim seneler boyunca “Günün birinde bir işe yararlar” diye tıkıştırdıklarımla lebâlep dolu bir mahzen... Adım atacak yer kalmamıştı, sandalyesinden sehpasına, tenceresinden eski zamanların teldolabına dünya kadar eşyayı toparladım, işine yarayacak olanlara dağıttım ve epey bir yer açıldı.

        O arada, bir köşeden yağlıboya iki tablo çıktı: Bir manzara ile genç bir erkek modelin resmedildiği bir diğer tablo...

        Kimbilir kimden kalmıştı bilmiyorum ama çerçevelerine bakınca en az bir asrı devirmiş oldukları anlaşılıyordu. Üzerlerindeki imzalar da eski harflerle idi, yani ilk dönem Türk ressamlarına aittiler. Yıktırıp üzerine apartman yaptırdığımız eski ahşap evin duvarlarında asılı olmalıydılar ve elli-altmış senedir o mahzende kalmışlardı...

        Tabloları eve çıkarttım, üzerlerindeki tozları bir güzel temizledim ve daha bir hoş hâle geldiler...

        BİR İMZA MUAMMASI

        Derken, kimlere ait olduğunu merak ettim, imzaları okumaya çalıştım ama ne mümkün? “Hasan” da olabilirdi, “Hüseyin” de! Sağdaki kıvrımlar “Hakkı”nın “ha”sı ile “kaf”ını andırıyordu ama “kaf” zannettiğim harf ya “dat”; “ha” da “rı”nın artistik yazılmışı ise? “Hakkı”, bu defa “Rıza”ya dönüyordu, velhasıl okunmalarına imkân yoktu!

        Bilenler bilir: Eski Türkçe imzaları çözebilmek zordur. Bazı imzalar vardır, hattat elinden çıkmış gibidirler, bakar bakmaz okunurlar ama bazıları şifreden beterdir. Bu iş özellikle eski mektuplarda dert hâlini alır, gerçi mektubun ilk muhatabı kimden geldiğini bildiği için imzayı o zaman okuyabilmiştir ama aradan seneler geçmiş ve yazanın kim olduğu da bilinmiyor ise imza artık çözülemez.

        Böyle muammayı andıran imzaların bir de yağlıboya ile atılmış olduğunu düşünün... Dert daha da büyüktür...

        Dolayısı ile iki imzayı da okuyamadım ve “Erbâbına sorayım” dedim! Öyle ya, memlekette Güzel Sanatlar’dan mezun dünya kadar ressam ve resim uzmanı üstadlar vardı, galeri ve müzayedeciler de mebzul miktarda idi, imzaları hemen tanırlardı, üstelik tablolara bakar bakmaz üslûptan ve fırça hareketlerinden ressamını hemen söylerlerdi...

        Birkaç gün boyunca elimde iki çerçeve ile kapı kapı dolaşıp tabloların kimin eserleri olduğunu öğrenmeye çalıştım ama nafile! İmzaları tanımalarını bırakın, “Üslûbu filancayı andırıyor” diyen tek kişi bile çıkmadı!

        Türk resminin müzayedelerde trilyonlara müşteri bulmasının ardında galerilerin malûm çabalarının, şirket içi muhasebe meselelerinin yahut az da olsa zengin kesimin sanatı destekleme hevesinin bulunduğunu zaten biliyordum. Burada astronomik fiyatlara satılan bir Türk ressamın eserinin Edirne’den dışarı çıktığı anda kuruş etmediği, Avrupa’daki modern sanat müzelerinin daimî sergilerinde Türk resminin bulunmadığı, yani dünya çapında bir ressamımızın olmadığı mâlûmumdu ama resim uzmanlarımızın işlerine ve mesleklerine bu kadar yabancı kaldıklarından habersizdim.

        BİLMEYEN BİLİRKİŞİLER!

        Birkaç gün önce yazmıştım: Mimar Sinan Üniversitesi 20. yüzyılın en önemli ve en pahalı ressamlarından Joan Miro’nun eserlerinden meydana gelen bir sergi açmış ama sergilenen 60 kadar tablonun tamamı sahte çıkmış ve sahtekârlığı Türkiye’nin en köklü resim okullarından olan Mimar Sinan Üniversitesi değil, İspanyollar farketmişlerdi!

        Dolayısı ile mahkemelerde resim konusunda bilirkişilik yapan ama Miro gibi dünyanın en meşhur ressamlarından birinin eserlerinin sahte olup olmadığını anlamaktan âciz kalan bir üniversitenin mensuplarının ve mezunlarının Türk ressamların imzalarını tanıyamamalarına şaşırmamak gerekir...

        İnternet sitelerinde dün Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde çekilmiş zarafet görüntüleri ile dopdolu, şık bir haber vardı: Mimar Sinan’ın siyasî açıklama yapmak isteyen bazı öğrencileri kendilerine engel olan özel güvenlikçilere önce hakaret ediyor, sonra itip-kakıyor ve nihayet üzerlerine sandalye fırlatıyorlardı!

        Unutmayalım: “Resim uzmanı” zannedilen “resim tâcirleri” ile geçen gün İstanbul’daki çarpık yapılaşmanın en önemli sorumlusu olduğunu söylediğim Mimarlar Odası’nın militan mensuplarının çoğu bu okulun mezunudurlar ve entellektüelliği “eylemcilik” zannettikleri için mesleklerinden fersah fersah uzaktırlar!

        Diğer Yazılar