Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’yi, özellikle de dışişlerimizi her sene Nisan’ın onundan itibaren “24 Nisan’ın gelmesine şunun şurasında bir-iki hafta kaldı; bilmemnerenin parlamentosu soykırım ile ilgili karar alır yahut Ermeni lobisi beklenmedik bir iş ederse?” diye bir telâştır alır...

        Asıl telâş ise, Amerikan Başkanı’nın 24 Nisan’da yapacağı konuşma öncesinde yaşanır! “Başkan ‘soykırım’ mı yoksa ‘büyük felâket’ mi diyecek” diye nefesler tutulur ve tansiyonları yükselten bir bekleyiştir başlar!

        Derken endişeler gazetelere de akseder, hemen her gün “Falanca memleketin senatosu soykırım kararını oylamak üzere” meâlinde haberler çıkar; diplomatlarımız “talihsiz girişim”, “iki ülke arasındaki dostluğu zedeleyecek teşebbüs” yahut “yok hükmünde bir karar” gibisinden hemen her sene tekrarlanan klişeleşmiş sözlerle dolu açıklamalar hazırlamaya girişirler... Başkan “soykırım” der veya demez, tasarılar oylanır, kabul edilir yahut edilmezler edildikleri takdirde önceden hazırlanmış bildiriler hemen yayınlanır ve bazı tarihçiler de “Bu iş arşivlerde halledilir” gibisinden yine alışılmış demeçler verirler.

        Ama tansiyon bir-iki hafta sonra düşer, telâş biter ve aynı konuda on bir ay sonra uyanılacak bir uykuya dalarız...

        KIRK SENEDİR AYNI TERÂNE

        24 Nisan, iki hafta sonra geliyor... Mâlûm telâş bir-iki gün sonra tekrar başlayacak, üç hafta devam edecek, gündeme yine mutlaka gelecek olan tasarılar ile “soykırım” sözünün sebep olacağı endişeler tekrar dillendirilecek ve herşeyin üzerinden bir-iki hafta geçmesinden sonra ortalık 2017’nin Nisan’ına kadar sessizliğe bürünecek!

        Gazeteciliğe başlamamın üzerinden neredeyse kırk sene geçti, bu kırk sene boyunca hemen her Nisan’da bu heyecanın yaşandığına yakinen şahit oldum ve bu kadar zaman sonra yapmamız gereken tek işin “aldırmamak” olduğunu gördüm!

        Amerikan Başkanı 1915 hadiseleri ile alâkalı olarak “soykırım” kelimesini kullansa yahut tehciri “soykırım” olarak kabul eden yığınla memleketin arasına bu sene bir veya birkaçı daha ilâve edilse ne olur?

        Hiçbirşey! Onlar söyledikleriyle ve kabul ettikleri ile kalırlar, biz de boş yere telâşa kapılıp sinirlemizi oynatmamızla!

        Hep yazmış ve söylemişimdir: Türkiye’nin 1915 hadiseleri konusunda endişelenmesi, telâşlanması, utanması ve hattâ savunmaya kalkışmasına hiç mi hiç gerek yoktur! 1915’te olmaması gereken olayların yaşandığını, Ermeni toplumunun büyük felâketlere uğradığını, hattâ bazı bölgelerde maalesef oluk gibi kan aktığını reddetmek nasıl imkânsız ve saçma ise, bütün bu acıların bir soykırımın neticesi olduğunu iddia etmek de aynı şekilde saçmadır. Batı dünyası tehcirin “soykırım” olduğunu isbat edebilmek maksadıyla Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden, yani tâââ 1918’den buyana ve hattâ İstanbul’u işgal edip arşivleri de kontrolleri altına aldıkları günlerden itibaren tehcirin soykırım olduğunu ispat edebilmek için uğraşıp durmuş ama çabaları hep boşa çıkmıştır.

        MAALESEF MECBURDUK!

        Zira, 1915’te yaşananlar devletin nefis müdafaasından, yani meşru müdafaa hakkını kullanmasından ibarettir, o kadar! Bu hak gerçi sert şekilde kullanılmış, işin içine başka grupların da karışmasının neticesinde olmaması gereken hadiseler yaşanmıştır; Ermeni toplumunun kendileri için “acı, ıztırap ve kan” demek olan tehciri unutması tabii ki mümkün değildir ve Türkiye’nin mevcut olmayan ve ispatı da mümkün bulunmayan soykırım iddiaları karşısında her sene histeri krizlerine girmesi işgüzarlıktan ibarettir!

        Ne yapmamız mı gerekiyor?

        Söyledim ya, hiçbirşey! “Biz onları değil, onlar bizi kestiler” gibisinden ayıp ve boş sözler etmek yahut ortaya “Gelin, arşivlerde çalışalım” misâli gereksiz çözüm önerileri atmak yerine “Mecburduk, başka çaremiz yoktu” deyip kenara çekilmemiz gerekir, o kadar...

        Ve emin olun, bu politikanın hiçbir zararı yoktur, zira bir asırdan buyana ispat edilememiş olan iddiaların bundan sonra doğrulanması zaten mümkün değildir ve hiç durmadan ama boş yere telâşlanmayı da bırakıp bundan sonra rahat ederiz!

        Diğer Yazılar