Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU köşede 2015’in 30 Ekim’inde çıkan yazımın başlığı “Son Halife’nin ‘Tekbir’i dururken niye Şopen?” idi...

        Askerî ve sivil cenaze merasimlerinde icra edilen Şopen’in meşhur “Cenaze Marşı”nın bizimle alâkasının bulunmadığını, cenazelerde Şopen yerine hissiyatımıza ait bir eserin çalınması gerektiğini, bu işe en uygun bestenin de Itrî’ye atfedilen “Tekbir” olduğunu söyledim ve Tekbir’in Son Halife Abdülmecid Efendi tarafından piyanoya uyarlanmış hâlinin notasını da yayınladım.

        Cenazelerimizde “bize ait” bir eserin icrası arzu edildiğinden ve Şopen’in marşı da artık haklı olarak gına getirip tepki yarattığından olacak, yazım hayli ilgi çekti. Alıntılar yapıldı, konuşuldu, hattâ bazı resmî bandolarda Tekbir’in icrası için çalışmalara bile başlandı ve daha sonra da yazdıklarım “umumî fikir” haline geldi. Bazı şahıslar ve dernekler Tekbir’in üzerinde durmaya başladılar, nihayet Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez de konuyu önceki gün gündeme getirdi.

        ‘YASLI GİTTİM’DEN ŞOPEN’E...

        Şopen’in Marşı, bizde bildiğim kadarı ile resmî olarak ilk defa, 3 Aralık 1932’de Ankara’da vefat eden şair, dilci, idareci ve milletvekili Samih Rifat’ın ertesi gün yapılan cenaze merasiminde icra edildi. O devirde gayet meşhur olan şiirlerin yanısıra Bektaşi Nefesleri de kaleme almış olan Samih Rifat’ın en bilinen mısraları Leylâ Hanım’ın bestelediği “Yaslı gittim şen geldim / Aç koynunu ben geldim / Bana bir yudum su ver / Çok uzak yerden geldim” dörtlüğü ile başlayan “Akdeniz Kıyılarında” yahut “Akdeniz Marşı” isimli manzume idi ve bu şiirin sahibi Şopen’in Cenaze Marşı ile defnedildi!

        Şopen, Itrî ve Tekbir bahsinin yeniden gündeme gelmesi üzerine gerçi biraz teknik olacak ama, bazı hususların gözönüne alınması gerektiğini hatırlatmam lâzım:

        -Tekbir’in Itrî’nin eseri olduğu hakkında elimizde hiçbir belge ve güvenilir kayıt yoktur, Itrî tarafından bestelendiği sadece bir söylentidir. Eser milletin ruhî hissiyatının nağmelere yansımasıdır, kendiliğinden ortaya çıkmıştır ve anonimdir.

        -“Tekbir” dendiğinde eserin sözleri ile bestesinin birbirinden ayrılması gerekir. Bazı kaynaklarda geçen ve Tekbir’in İslâm Dünyası’nın ortak nağmesi olduğu, melodisinin İslâm Âlemi’nin dört bir yanında terennüm edildiği yolundaki iddialar da asılsızdır! Asıl “Tekbir” zaten sözlerdir, bu sözler İslâm Dünyası’nın her tarafında okunur, daha doğrusu “getirilir” ama nağmeleri sadece bize mahsustur, diğer Müslüman memleketlerde Tekbir bu nağmelerle getirilmez.

        MAKAM VE USUL TARTIŞMASI

        -Eserin makamının ne olduğu konusunda görüş birliği yoktur. Bazı musiki bilginlerine göre Segâh, bazılarına göre Irak makamındadır; Halife Abdülmecid Efendi’ye göre, burada tekrar yayınladığım notadan da anlaşılacağı gibi minör tondadır.

        -Tekbir’in usûlü, yani ritmi de tartışmalıdır. Eserin “iç ritmi” vardır ama eski üstadlara göre “usulsüzdür” ve serbest okunur. Ama 20. asrın ilk çeyreğinden itibaren Tekbir’i belli bir usûl, daha doğrusu ritim ile kaydetme çabasına girişilmiş ve eserin ritmik bakımdan farklı tavırları ortaya çıkmıştır. Meselâ kütüphanemde eserin notaya alınmış yedi-sekiz değişik versiyonu vardır ama hemen hepsinin usûlü, bazen de makamları farklıdır; Halife Abdülmecid Efendi ise Tekbir’i 4/4 yani dört dörtlük olarak kaydetmiştir.

        Bundan beş buçuk ay önce başlattığım tartışmanın dallanıp budaklanmasından gayet memnunum!

        Diğer Yazılar