İstemezükçülüğün esasları
“İstemezükçülük” bizde millî gelenek ve toplumun bir kısmını hâlâ hâkimiyeti altında tutan bir alışkanlıktır. Bir kesim “Atatürk ilkeleri”, “lâiklik”, “özgürlük”, “düşünce hürriyeti”, faşizm”, “yobazlar”, “Araplaştırma” yahut “çevre” gibisinden belli kalıpların içerisinde mahpus kalmıştır; gündeme gelen her olayı veya yapılması düşünülen yeniliği bu kalıplarla herhangi bir alâkasının varolup olmadığını düşünme zahmetine katlanmadan hep o çerçevede değerlendirirler.
Meselâ, Boğaz’a yeni bir köprü inşası mı gündeme geldi? İstemezükçüler birbirinden kıymetli yorumlarını hemen patlatırlar: “Köprü projesi Atatürk ilkelerine aykırıdır, lâiklik elden gidiyor!”.
Yahut bir yere elektrik santralı mı inşa edilecek? Mâlûm kalıplar üzerinden serî imâlâta geçilir: “Memlekette düşünce özgürlüğü kalmadı! Yobazlar çevreyi katledip rant elde edecekler!”.
“Len oğlum, Köprü’nün Atatürk, lâiklik yahut demokrasi ile ne alâkası var?” veya “Türkiye’de her an enerji sıkıntısı başgösterebilir, elektrik ile özgürlükler arasında bağlantı kurmayı nasıl becerebildin?” diye sormaya cesaret ettiğiniz anda da “Yalakaaaaa!” damgasını yiyiverirsiniz!
ŞOVCULARIN TİYATROSU
Memlekette darbe teşebbüsü yapılmış, yüzlerce masum canından olmuş, milletin Meclis’i bile bombalanmış olmasına rağmen ortalıkta dolaşıp işiteni sinir eden “Tiyatro şekerim, bunların hepsi tiyatroooo!” yorumları, işte bu kalıpların yeni modelidir. Böyle yorumların çoğunun düzgün tek bir cümle kurmayı bile beceremeyen ama magazin basınımızın gözünden “büyük sanatçı” olan iki-üç şov meraklısından geldiğini düşünürseniz, fikrî kaliteyi zaten anlarsınız.
Kendimle alâkalı bir örnek vereyim: Geçen gün “selâ” hakkında bir yazı yazdım, önemli hadiseler sırasında selâ verilmesinin bizde âdet olduğunu, darbe teşebbüsünden sonra bu âdetin uygulandığını anlattım ve “Peki, lâiklik ne olacak? Anayasada ‘selâ’ diye bir şey var mı?” diyen akıl, idrak ve zihin özürlü mesajlar aldım!
Kalıplara esir düşenler sadece bir cenahta değil, diğer uçta da ibadullah! Onların düşünceleri artık “Yahudi”, “Siyonist”, “Mason”, “İngiliz uşağı”, “Ermeni” saçmalıkları ve son zamanlarda ortaya çıkan “Ataput” vesaire gibisinden edepsizliklerle sınırlı. Kendileri gibi düşünmeyenlerin boynuna ânında “Siyonist” yaftasını asıyor, azınlığa mensubiyet çok öncelerden beri hakaret vasıtası hâline getirildiği için en nazik olanları bile “Ermeni bilmemnesi!...” diye saydırmaya başlıyor!
DÜŞÜNMEK YORUCUDUR!
Sağcısının solcusunun, lâikinin yahut muhafazakârının herşeyi ve her konuyu sadece belli kalıplar içerisinde ele almalarının ve bu kalıpların dışına çıkmaya bir türlü muvaffak olamamalarının tek bir sebebi vardır: Düşünmeye üşenmeleri, herhangi bir mesele üzerinde kafa yormanın onlara artık zor gelmesi, “İstemezük!” kolaycılığına kaçmaları, önlerine konan kalıplar dışında edebilecekleri tek bir sözlerinin ve ortaya atabilecekleri hiçbir fikirlerinin olmaması, neticede bu zihin ve beyin tembelliği yüzünden hayatlarını bir kavramlar zindanında geçirmeleri...
Bu vaziyetin ideoloji ile alâkası yoktur, zira en ilkel ideolojinin mensubu bile yeri gelir, düşünmeye mecbur olduğunu hisseder. Ama kalıplar cenderesinde sıkışanlar sıkıştıkları beyin tembelliği ve idrak rehaveti içerisinde okumazlar, araştırmazlar, bilmezler ve mantıklı değerlendirme yapmaya tenezzül etmezler. İş ahkâm kesmeye gelince hepsi birbirinden allâme olur ve tek tatmin vasıtaları da lâf ebeliğidir!
Memlekette herşey yoluna konduktan sonra toplumun değişik kesimlerindeki marjinal düşünce tembellerine bir çeşit “akıl ve idrak aşısı” zerketmenin yolu bulunmadığı takdirde, sıkıntıların sona ermesinin hiçbir şekilde mümkün olmayacağına inanın...