'Biz o yabancı basının...!' diyebilsek öyle bir rahatlarız ki...
Batı basını hakkımızda iyi şeyler yazmıyormuş, yabancı TV’lerde bahsimiz geçtiğinde hep aleyhimizde konuşuluyormuş, Türkiye’de oluıp bitenleri bir türlü anlamak istemiyorlarmış, meğerse ah ne musibet imişler!
Köşe yazarları, yorumcular, son zamanların modası olan medya analizcileri vesaire yabancı basının hep aleyhimizde olmasından şikâyetçi... “Bizi neden anlamıyorlar” diye şikâyet edenleri de var, “Gâvurun bu işi kasten böyle yaptığını” söyleyenleri de...
Muhteremler, iyi güzel de, Avrupa basınının hakkımızda şimdiye kadar güzel düşünüp hoş şeyler yazdığını siz hiç gördünüz mü?
Eski gazeteleri okumaktan büyük zevk alırım. Yerli yahut yabancı olsun, gazete kolleksiyonlarını gözden geçirip şimdi tarih olmuş hadiselerin yaşandıkları günlerde nasıl anlatıldığını, sayfalarda ne şekilde yeraldıklarını görmek hem zamanın ruhunu hissettirir, hem de keyif verir. O günlere gider ve ânı yaşarsınız...
GAZETELERE BAKIN, GÖRÜRSÜNÜZ
Senelerden buyana haftanın bir-iki günü saatler boyu gazete kolleksiyonu taramanın verdiği tecrübe ile açıkça söyleyeyim: Avrupa basını hakkımızda hiçbir zaman hoş şeyler yazmamıştır! Türkiye onların gözünde her dâim fenalıkların, felâketlerin, çirkinliklerin yaşandığı bir memlekettir, böyle bir memlekette iyi işlerin yapılmasına imkân yoktur, dolayısıyla olup biten herşey fenadır!
Bu hareket tarzı üstelik öyle kırk-elli senenin âdeti değildir ve gazetelerin Avrupa’da yaygın hâle geldiği tâââ 19. asra, 1800’lü senelerin ilk yarısına kadar uzanır. Türkiye o gazetelerin gözünde hep ölümü beklenen “hasta adam”dır, devletin başındakiler elleri her dâim kanlı diktatörlerdir, halk ise koyun sürüsü!
Sultan Abdülâziz’in ve Abdülhamid’in iktidar senelerinde yayınlanmış Avrupa ve Amerikan gazetelerini gözden geçirdiğiniz takdirde, bu davranışı net şekilde görürsünüz. Daha da vahimi, o zamanın Türkiye’sindeki “enteller” Avrupa gazetelerinin aleyhimizdeki ifadelerini, meselâ Abdülhamid için kullandıkları “Kızıl Sultan” sıfatını aynen alıp hükümdarın üzerine yapıştırmakta beis görmemişler, hattâ şimdi “Türk basınının öncüsü” kabul edilen bazı muhalif gazetecilerimiz, aleyhimizdeki yazıların daha da sertleşmesi için ellerinden geleni yapmışlardır...
İmparatorluk zamanını bir tarafa, Avrupa basınının İstiklâl Harbi ve Cumhuriyet’in ilk senelerindeki yayınları da aynı şekildedir... Kurtuluş Savaşı’nın yaşandığı günlerin en etkili gazetelerinden olan ve güya en doğru haberlere yer verdiğine inanılan “Le Temps”ın kolleksiyonlarına göz gezdirdiğiniz takdirde, haberlerin neredeyse tamamının “Türkiye’deki mücadelenin her an bir mağlûbiyet ile neticeleneceği” havasında yazılmış olduğunu farkedersiniz. Yabancı gazetelerin Cumhuriyet’in ilk senelerindeki hadiseleri yorumlama tarzı da, o sırada memleket dışında yayın yapmak zorunda olan en sert Mustafa Kemal muhaliflerinin yazdıklarından bile keskindir ve lehimizde olmasa bile tarafsız kalabilen gazeteler oldukça nâdirdir.
SİYASET SANKİ FARKLI MI?
Yabancı basının Türkiye’ye karşı antipati sınırlarını bile geride bırakan yaklaşımının sebepleri çok daha eski devirlere, imparatorluğun Avrupa’nın içine ilerlediği günlerin psikolojisine kadar uzanır. Hâlen devam eden ve “Bizi anlamıyorlar!” diye yakındığımız meselenin gerisinde hep bu psikoloji, yani “Bizden değilsiniz ve olamazsınız! Gidin!” zihniyeti vardır.
Batıda sadece basının değil, siyaset ve diplomatik çevrelerin yaklaşımı da zaten budur ve Avrupa Birliği’nin kapılarını izzetinefsimizi bir tarafa bırakmışcasına senelerden buyana çalmamıza rağmen “Biraz daha medenîleşin, bakarız!” gibisinden aynı minvalde aldığımız cevapların temelinde de yine aynı hissiyat mevcuttur!
Dolayısı ile boşuna hiddetleniyoruz! Asırlardır devam eden bu “anlaşılma” ve “takdir edilme” merakından vazgeçip “Yabancı basının tâââ...” diyebildiğimiz zaman öyle bir rahatlarız ki!