Daha fazla aşağılanmamamız için bundan iyi fırsatı zor buluruz
Avrupa Parlamentosu günlerdir beklenen oylamayı dün nihayet yaptı ve Türkiye ile müzakerelerin dondurulmasını istedi.
Aleyhimizde karar veren 479 milletvekilinden Allah razı olsun, bizi meraktan kurtardıkları ama daha da önemlisi Avrupa’nın bize nasıl baktığını tekrar gösterip bundan sonraki yolumuzu aydınlattığı için tuttuklarını altın etsin!
Bizde pek yazılıp söylenmez, Avrupa Parlamentosu’nun neyin nesi olduğunu kısaca anlatayım:
28 memleketten 751 milletvekilinden meydana gelen ama hiçbir işe yaramayan, yetkisi ve fonksiyonu olmayan bir kuruluştur! Hattâ o kadar gereksizdir ki, senelerden buyana Avrupalılar bu parlamentodaki milletvekillerinin sadece maaş alıp keyif çattıklarını konuşurlar! Parlamento, Avrupa Birliği’nin hayatî bir organı değildir ve tavsiye mahiyetindeki kararlarının da hiçbir hükmü yoktur. Liderler, Avrupa Parlamentosu’nun kararlarını canları isterse yahut işlerine geldiğinde gündemlerine alırlar; almadıkları takdirde oylama sadece yapılmış olmakla kalır, milletvekilleri de güya bir iş becerdiklerini hissederler.
Üstelik, İngilizler’in birlikten ayrılma kararı vermelerinin ardından aynı meselenin İtalya’da da gündeme gelmesi üzerine Avrupa Birliği bugünlerde zaten zangır zangır sarsılmaktadır.
TEK PATRON, MERKEL’DİR
Unutmayalım: Son senelerde birbirinden daha da çapsız liderleri işbaşına getiren Avrupa’nın tek patronu bugün Almanya Başbakanı Angela Merkel’dir ve Avrupa Birliği’nde borusunu öttüren tek lider odur.
Dolayısı ile Avrupa Parlamentosu’nun dünkü kararından sonra felâket haberi almış gibi karalar bağlayıp “Bizi aralarına kabul etmezlerse, Avrupalılaşamaz isek hâlimiz nice olur?” diye feryâd eden Avrupa sevdalılarımız hiç dertlenmesinler: Merkel hafta başında “Türkiye ile ilişkilerimizi devam ettirmek zorundayız” dediğine göre Avrupa Parlamentosu’nun dünkü kararı arşivde münasip bir yere kaldırılacak ve liderlerin gündemine alınmayacak demektir!
Zira, Angela Merkel’in “Nein!” yani “Hayır!” dediği bir kararı İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın yahut bir başka Avrupalı liderin onaylaması ne mümkün ve ne haddine?
Ama, meselenin daha da önemli bir başka tarafı var: Son oylamanın, Avrupa’nın bizi hiçbir şekilde istemediğini ve alma niyetinin olmadığını bir defa daha apaçık göstermiş olması...
HÜSEYİN RACİ’NİN MISRALARI
Önceki gün, Avrupa Birliği’nin son tavrının artık hakikaten kanımıza dokunur hâle geldiğini söyleyip “İzzet-i nefsimiz varsa bu Avrupa hayâlinden vazgeçmemiz şarttır” diye yazmıştım.
Avrupa Parlamentosu’nun dünkü kararı hiçbir hükmü olmamasına rağmen bizim için artık hakikaten bir izzet-i nefis meselesidir. Merkel her ne kadar “Nein!” buyurdu ise de neredeyse iki asırdır bazılarımızın yoluna kurban olduğu Avrupa bir defa daha “Türkler’i istemiyoruz” demiştir ve bu son karar bizim için artık gayet ciddî bir izzet-i nefis meselesidir.
93 Harbi’ndeki Rus vahşetine bizzat şahid olan ve Rumeli’deki Müslümanlar’ın yaşadığı faciayı en iyi anlatan eserlerden biri Eski Zağra Müftüsü Hüseyin Râci Efendi’nin “Tarihçe-i Vak’a-i Zağra” isimli kitabıdır...
Kitabın kapağında “Milletlerin azîzi, en yükseği idik ama düşman bizi aşağılayıp belâlara esir etti ve sefil hâle getirdi” mânâsına gelen “Azîz-i kavm idik a’dâ zelîl kıldı bizi / Esîr-i bend-i belâ vü sefîl kıldı bizi” mısraı yazılıdır.
Bizi daha fazla aşağılamalarının önüne geçebilmek ve artık “Sizin de, birliğinizin de, parlamentonuzun da...” diyebilmek için Avrupa Parlamentosu’nun dünkü kararından daha iyi bir fırsatı mı bekleyeceğiz?