Merhum ve mağfur Türkçemiz
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Uluslararası Türk Dili Kurultayı’nda Türkçe’nin başına gelenler hakkında söyledikleri ve “arena” örneğini verip dile musallat olan özenti hastalığından bahsetmesi önde gelen muhaliflerinden bile destek gördü.
Türkçe’nin son senelerde artık tamamen yerlere serildiği zaten mâlûm... Ama, Cumhurbaşkanı’nın dil hakkındaki sözlerinin toplumun böylesine sert şekilde kamplara ayrıldığı bir dönemde en şedit muhalifleri tarafından bile kabul görmesi, ölüm döşeğinde yatan lisan konusunda akıl ve iz’anı tamamen kaybetmediğimizi görmemiz bakımından iyiye alâmettir.
Türkçe taammüden ve ağır ağır işlenmiş bir cinayetin kurbanıdır! Hani bundan asırlar önce kurbanlarını yavaş yavaş, taksit taksit zehirleyerek katleden Borgia ailesi vardı ya; Türkçe de işte aynı şekilde uzun senelere yayılan metodlarla katledildi, neticede bir zamanların âhenkli, zengin ve zarif dili kakofonik, takır-tukur, kaba ve 200 kelime ile konuşulan bir kabile hırıltısı hâline getirildi.
HARF DEĞİL, DİL DEVRİMİ
Bazıları bu bozulmanın sebebi olarak 1928’deki Harf Devrimi’ni gösterdiler, o devirde toplumun tamamı eski harfleri sanki mükemmel şekilde okuyup yazabiliyormuş gibi “Bir gecede cahil kaldık” gibisinden kerameti kendilerinden menkul sözler edip durdular ama dilin katledilmesinin adımları harf devrimi ile değil, “dil devrimi”, yani sadeleştirme ve yeni kelimeler uydurma modası ile atıldı. Devlet bir müddet desteklediği bu garabetin hatâ olduğunu farkedip desteğini zamanla çekti ama sadeleştirme şampiyonlarını tutabilene aşk olsun! Dil devriminin “Osmanlıca-Öz Türkçe” şeklinde ideolojik bir saplantı hâline gelmesi, sadeleştirme meraklılarının işi menfaatin her çeşidine çevirmeleri ve Türkçe’ye göz kulak olmakla görevli Dil Kurumu’nun da ateşe benzin dökercesine kakofonik kelimeler uydurma merakı sayesinde işte geldiğimiz netice: “Kis yu şekerim, baaayyyy!” Türkçesi!
Bütün bunların üzerine bir de özenti merakı ucuzluğunu ilâve edin ve dilin uğradığı tecavüzü daha yakında görmek isterseniz revaçtaki semtlere, meselâ Teşvikiye, Nişantaşı yahut Harbiye taraflarına veya alışveriş merkezlerine gidip etrafınıza dikkatle bakın: Türkçe bir tabelâ artık yok gibidir, isimlerin neredeyse tamamı yabancı dildedir, tek-tük bazı Türkçe isimler de gâvur telâffuzu ile yazılmışlardır ve bu özenti curcunasının altında “Bir ara buluşup drink alalım diiir, teyk keyr” diye konuşan asil ve necip bir nesil dolaşmaktadır!
Türkçe artık bu haldedir!
‘GÖRÜNGÜBİLİM’ MUAMMASI
Daha önce yazıp yazmadığımı çıkartamadığım bir hatıramı nakledeyim: Bundan kırk küsur sene önce, lise yıllarımda bir kitapçıda Türk Dil Kurumu’nun yayınladığı “Görüngübilim Terimleri Sözlüğü” diye bir risale gördüm, neyin nesi olduğunu merak edip aldım, okudum ama idrakim zayıf olduğundan mı nedir “görüngübilim”i bir türlü anlayamadım.
Merak bu ya; Türk Dil Kurumu’nun o zamanki genel sekreterinin, yahut Kurumîcesi ile “Genel Yazman”ının telefonunu buldum; arayıp “Efendim, şu isimde bir kitabınızı aldım ama konusunu bir türlü anlayamadım; lûtfetseniz, ‘görüngübilim’ ne demektir söyleseniz de öğrensem” dedim...
Ne cevap aldığımı tahmin edin:
“Ben de bilemeyeceğim beyefendi” dedi. “Arkadaşlar sanırım yeni türetmiş olacaklar... Size Terim Kolu Başkanı’nın telefonunu vereyim, ona sorun!”.
Biz, dili işte böyle katlettik!