Edep yahûûûû!
Bazı kavramlar vardır, yanyana getirmek aklınıza bile gelmez, kazara gelecek olsa bile birarada kullanmamaya bilhassa özen gösterirsiniz. Zira “edep” böyle gerektirir...
Ama edepten nasibiniz yoksa, başka... “Cami” ile af buyurun “kerhane” sözünü ardarda hiç düşünmeden sarfedebilirsiniz, zira hilkatiniz böyledir!
Son günlerde Diyanet’e her vesile ile veryansın eden bir grubun allâmesi olduğu söylenen Osman Ünlü adındaki zâtın yaptığı gibi...
Osman Ünlü geçen gün televizyona çıkmış, dinî musikiye ve Diyanet’in çocukları camilere ısındırma faaliyetine verip veriştiriyor, aklına geleni söylüyor ve her kelimesi ile ağzından sanki bal damlıyordu:
“Kiliselerin yaptığını özendiriyor. Kilise müziği gibi bir cami müziği çıkartacak. Tasavvuf Müziği diye bir şey uydurdular ya... ...Etkinliğin batsın yaaa. Ne etkinliği bu? Bu yaptığın iş camiyi bozmak, ifsad etmek. Camiyi affedersin yarın kerhane haline getirmek...”
DEMEK Kİ HEPSİ KÂFİRMİŞ!
Osman Ünlü’nün “cami” ve tekrar af buyurun “kerhane” gibi edep sahiplerinin değil birarada kullanacakları, yanyana getirmeyi bile düşünemeyecekleri iki kavramı böyle pervasızca kullanması sadece kendisinin değil, ulemasından olduğu cemaatin edep seviyesini de mükemmel şekilde göstermektedir!
Mâlûm zat birkaç sene önce de benzer şekilde hezeyanlarda bulunmuş; musikinin “haram”, tasavvuf müziğinin “uydurma”, ilâhi okumanın da “küfür” olduğunu iddia etmiş, musiki dinleyenlerin haram işlediklerini ve bu yaptıklarının hesabını mutlaka verecekleri kerametini savurmuştu.
Osman Ünlü’nün söylediklerinin doğru olduğunu kabul ettiğimiz takdirde bundan asırlar önce küfre batmışız demektir! Âyin nağmelerinin refakatinde semâ eden Mevlevîler’in tamamı kâfir, Azîz Mahmud Hüdâî’nin “Kudûmun rahmeti zevk yu safâdır”ını terennüm edenler zındıktır; Yunus’un, Niyazi-i Mısrî’nin yahut başka şairlerin mısralarını çalgı ve ritimle icra edenler veya tevşih, na’t, şuul veya savt okuyanlar cehennemdeki yerlerini hazırlamaktadırlar... Bu kafaya göre Hazreti Muhammed’i ellerinde deflerle sözleri zamanımıza kadar gelmiş olan “Talâal bedru aleynâ”yı okuyarak karşılayan Medineliler’in âkıbetini söylemeye ise dilim varmıyor!
Daha önce de yazmıştım: İlâhiyi haram sayan bu zihniyet, başta musiki olmak üzere güzel sanatların sadece İslâmiyet’te değil, hemen her dinde inanç ve din büyüklerine sevgi aşılama vasıtası olarak kullanıldığını bilmez, anlamaz, kabule yanaşmaz. Din, onlara göre kuru emirlerden ibaret ve bünyesinde zarafete asla yer vermeyen bir yaptırımlar silsilesinden ibarettir. Neyzen’in “Yobazın mantığa ermez berelenmiş kafası” mısraı ile gayet veciz şekilde ifade ettiği zihniyet işte muhabbetten, şıklıktan ve zarafetten nasibini alamamış olan bu kafadır!
BAHSİ KAPATAYIM, ZİRA...
Bu zâtın zarafetten nasibi yok, veryansın ettiği kavramların toplumların hayatındaki önemini, meselâ Sovyetler Birliği’ndeki Müslüman halkın millî ve dinî kimliğini ilâhiler ve özellikle de Mevlid sayesinde muhafaza edebildiklerini bilmiyor diye düşünelim ama Diyanet’e saldırma vazifesini çocukları camiye ısındırma çabalarını bahane ederek ifa etmeye kalkışmasını ne yapacağız? Zarafetten, akıldan, iz’andan, mantıktan ve en önemlisi de bir ramazan günü sözün şehvetine kapılarak edep ile uzaktan ve yakından alâkası bulunmayan lâflar etmesini ve hele işin içine çocukları da katmasını?
Sözü fazla uzatmadan bahsi kapatayım, yoksa böyle bir edepsizliğin hiddetiyle ben de edebimi kaybedeceğim ve ağzımdan başka sözler çıkacak!