Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Memleketi ve siyaseti şekillendirmeyi bıraktıktan sonra kendini uzak iklimlere atan Ertuğrul Özkök, geçen gün Güney Afrika’daki zürafaların arasından yazıyor, çocukluk günlerine dönüyor, “Annem bana ‘Zemheri zürafası’ derdi” diyordu.

        Ne güzel bir yazı konusu değil mi? Dert yok, tasa yok, gam-keder çok şükür mevcut bile değil; konu zürafalar ve Güney Afrika’nın geceleri donduran soğuğu!

        Bugün ben de zihnimi bir anlığına olsun boşaltıp Ertuğrul Ağabey’in yolundan gidecek, memlekette olup bitenleri, her an her vesile ile çıkan velveleleri vesaireyi bir tarafa bırakıp zürafalardan bahsedeceğim...

        Ertuğrul Özkök annesinin “Zemheri zürafası” benzetmesini çocukluğunda boyu hızla uzadığı ama kolları ile ayakları çelimsiz kalıp zürafayı andırdığı için yaptığını zannediyormuş.

        Ben de öyle zannederdim, zira buz gibi havalarda dışarıya üzerimde ince birşeylerle çıkmaya kalktığım takdirde benim annem de aynı benzetmeyi yapardı ama bu sözün aslını çok sonraları öğrendim.

        TAM TÜRKÇESİ, ‘KARAKIŞ’

        Deyimdeki “zemheri” kelimesinin doğrusu “zemherîr”dir, Arapça’dır ve kuzey yarımürede 22 Aralık ile 21 Ocak arasında yaşanan en soğuk günlere verilen isimdir. Tam Türkçesi ile, “karakış”!

        Ama “zehmerî”den hemen sonra gelen “zürafa”nın bildiğimiz uzun boyunlu o güzelim hayvanla alâkası yoktur; deyimde geçen kelime Türkçe’ye değişik bir telâffuzla yerleşmiştir, doğru şekli “zürafa” değil, “zürefa”dır; yani yine Arapça “zarif” kelimesinin çoğulu olan “zürefa”... Zaten her ikisi de tamamen farklı iki kelimedir, hattâ yazılışları bile başkadır; “zürafa”nın ilk harfi “ze”, “zürefa”nın ise “”dır.

        İşte, şıklığından ve zarafetinden tâviz vermemek için kışın dondurucu soğuğunda bile kalın birşeyler giymek yerine incecik elbiselerle dolaşanlara bu lüzumsuz yere hava atma merakları yüzünden “zemheri zürafası”, daha doğrusu “zemherir zürafası” dendiği söylenir.

        Ama meselenin başka tarafı, “zürefa”nın bir diğer anlamı vardır:

        İSTANBUL’UN ZARİF ARGOSU

        Zürefa”, İstanbul argosunda “lezbiyen” demektir; ifadenin ne zaman ve nasıl kullanılmaya başladığını merak edenler 18.-19. asır şairi Fazıl-ı Enderûnî’nin “Kadınlar Kitabı” mânâsına gelen “Zenannâme” isimli eserinde “İstanbul Kadınları” bahsinin dördüncü faslına müracaat edebilirler...

        “Zemheri zürafası” deyiminin öteki mânâsı böyledir; zarafetine halel gelmesin diye “ayazda bile tiril tiril giyinip kendini sokağa atan ve mâlûm arayış içerisindeki hanım” demektir, hattâ “Zürefanın düşkünü beyaz giyer kış günü” sözü ile kastedilen de budur ama deyimin asıl anlamı zamanla unutulmuş ve “zürefa” zamanla “zürafa”ya dönmüştür.

        Ve, bir diğer tuhaflık: “Zürafa” sözünün Arapçası “zerafe”dir ve Türkçe’ye Arapça’dan geçmiştir. Türkler zürafayı zaten nereden bilebilirler ki? İstanbul’un bu hayvan ile ilk tanışması 19. yüzyılın başında, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın İkinci Mahmud’a hediye olarak gönderdiği zürafa sayesindedir ama Gülhane taraflarında bir yere konan ve meraklı halkın günler boyu akınına uğrayan hayvancağız gösterilen alâka yüzünden birkaç gün içerisinde ölüvermiştir!

        Araplar’ın “zürafa” kelimesini Afrika dillerinden yahut Farsça “zurna ayaklı” mânâsına gelen “zurnapâ”dan aldıkları söylenir ve kelime Arapça’dan 13. asırda İtalyanca’ya “giraffa”, 16. yüzyılda da İtalyanca’dan İngilizce’ye “giraffe” diye geçmiştir.

        Tuhaflık, kelimenin argodaki kullanımında... Biz nasıl “zürefa”yı “zürafa” zannedip eski İstanbul argosunda “lezbiyen” mânâsında kullanmış isek, şimdi İngilizce’de de aynı şey yapılıyor; “zürafa” demek olan “giraffe”, İngiliz argosunda da “lezbiyen” anlamına geliyor!

        İşte, sizlere bir “zürafa” ve “zürefa” öyküsü... Ertuğrul Özkök’ün yolundan gittim, memleketin ahvâlini bir-iki saatliğine bir taraflara bırakıp bu zürafa bahsini yazdım...

        Diğer Yazılar