Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Taksim Meydanı’nın 1980’den önceki hâlini bilenler hatırlayacaklardır: Meydanın tam ortasında göğe yükselen koskoca bir kasatura dururdu!

        Heykel deseniz, değildi; süse benzer hâli yoktu, anıt ise hiç değil; sadece sekiz-on metre boyunda çirkin bir kasatura... O senelerde “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” diye kutlanan 27 Mayıs Darbesi’nin sembollerindendi, Taksim’in göbeğine darbenin unutulmaması için dikilmişti ve üzerinde de koskoca bir termometre vardı. Termometrenin havanın mı yoksa siyasetin hararetini mi ölçmeye yaradığını da kimseler bilmezdi ama sıcaklığı hep yanlış gösterirdi.

        Bu çirkin darbe hatırasına bir başka darbe, 12 Eylül son verdi ve 27 Mayıs’ın bayramlıktan çıkartılması ile beraber kasatura da söktürüldü...

        Taksim’deki kasaturayı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Çengelköy meydanı için hazırladığı yenileme projesi haberini okurken hatırladım...

        “Çınaraltı” diye bilinen meydan ile çevresi elden geçirilecek; sıvalar, boyalar, vesaireler yenilenip mekâna daha güzel bir görünüm verilecek ve Çengelköy’ün girişine mermi çekirdeği şeklinde 4.5 metre yüksekliğinde bir de çeşme inşa edilecek ve çeşmenin çanağı hilâl olacakmış.

        CAN VERENLERİN HATIRASINA...

        Çengelköy 15 Temmuz gecesi büyük zulme uğramış, darbe teşebbüsüne direnen semtin masum sâkinleri katledilmişler ve halk sonraki hemen günlerde Kuleli Askerî Lisesi’nin yanıbaşlarında eğitime devam etmesine haklı olarak karşı çıkmıştı.

        Bu faciaların yaşandığı bir semtin meydanına o meş’um gece ile işlenen cinayetleri hatırlatacak 4.5 metrelik bir mermi heykeli dikmek kimbilir kimin fikridir ama akıl kârı bir iş olmadığı bellidir! Zira, 15 Temmuz’un hatırlatma vasıtasının mermi, silâh yahut kasatura gibi can alma âletleri değil; memleketini, devletini ve rejimi korumak maksadıyla canlarını verenleri gösteren başka bir sembol olması gerekir. Yani can alanı değil, can vereni temsil edecek bir görüntü!

        Bir darbenin haklılığı iddiası ile şehrin koskoca meydanına dikilen kasaturanın nihayet sökülebilmesinden seneler sonra bir başka meydana halkı katletmede kullanılan mermilerden birinin heykelinin dikilmeye kalkışılmasını akıl ve mantık kabul edemiyor!

        Çengelköy’de bu hazırlıklar yapılırken Üsküdar’da başka bir işe girişildi ve olan beş asırlık camiye oldu...

        Denize çakılan kazıklar yüzünden Şemsipaşa Camii’nin duvarlarının çatlamasından bahsediyorum...

        KURULLAR DÜŞÜNEMEDİLER Mİ?

        Kazıklardan maksat, yürüyüş yolunu genişletmek imiş! Sahilin doldurulması ile yapılan yol Şemsipaşa’ya gelindiğinde daralıyormuş, daha geniş hâle getirilmek istenmiş, bunun için ha babam çakmışlar ve beş asırlık bina tabii ki dayanamamış ve çatlamış!

        Camiin zemini de Allah bilir ne hâle gelmiştir!

        Şemsipaşa, İstanbul’un en zarif camilerindendir; karadan da, denizden de bakıldığında bir estetik misâlidir, kazık çakıp önünden yol geçirmek ise estetikten nasibini alamamışlık!

        Yol ille de genişletilmek isteniyorsa akla önce neden deniz tarafında birşeyler yapıp camiin görüntüsünü bozmak geliyor da kara tarafından genişletme düşünülmüyor bilmiyorum ama meselenin bir başka tarafı daha var:

        Denizi kazıklama işine İstanbul Büyükşehir Belediyesi herhalde tek başına girişmemiş; bir yerlerden teknik ve hukukî görüş alınmış ve bu işlere bakan kurullara da mutlaka danışılmıştır.

        Peki ama, o kurullardaki mühendisin, mimarın, sanat tarihçisinin ve diğer zevâtın hatırına Şemsipaşa’nın bu eziyete tahammül edemeyeceği hiç mi gelmedi? Fakir-fukaranın yıkılmak üzere olan iki katlı ahşap evine çivi bile çaktırmamak için ellerinden geleni yapan kurullardaki korumacılar, çakılan kazıkların Sinan’ın eserini bu hâle getireceğini hiç mi düşünemediler?

        Umursamazlığın sebebi galiba bakkaldan üç kuruşa alınır metâ misâli bol keseden diploma dağıtılması ama “şehirli olma”nın asla öğretilmemesidir!

        Diğer Yazılar