Efes'te keşke düğün de yapılsa!
Efes harabelerine masalar yerleştirilip akşam yemeği verildi diye bir kıyamettir kopuyor...
Neymiş efendim, dünya kültür mirası olan Efes gibi bir yerde böyle iş olmazmış; bu hem tarihe saygısızlıkmış, hem de mekân zarar görürmüş, üstelik tarihî yerlerde artık neredeyse düğünlere ve sünnetlere de izin verilecekmiş!
Keşke verilse, nerde o günler!
Ben Efes’ten çok daha eski bir mekânda verilen yemek ve konser gibi etkinlikler ile bundan 30 sene önce, 1987’de tanıştım: Giuseppe Verdi’nin meşhur operası “Aida” o sene Giza Piramitleri’nde, Lüksor’da, Haçepsut Tapınağı’nda ve yanlış hatırlamıyorsam firavunlar devrinin başkentlerinden Teb’de sahneleniyordu.
O yıllarda Mısır’da yaşıyordum, Aida’yı konusunun geçtiği mekânlarda seyredip dinleme şansını yakalamam bir daha mümkün olmayabilirdi ve aylığımın neredeyse yarısını verdim, ön sıralardan bilet alıp Lüksor’a gittim.
Radames’i Placido Domingo, Aida’yı da Maria Chiara oynuyordu ve Lüksor Tapınağı’nın önünde kurulan sahnede bin küsur oyuncu ile birkaç yüz atlı vardı!
Ses sistemi azizliği yüzünden problemler vardı ama mekânın atmosferi herşeyi unutturuyordu: “Ritorna Vincitor”u Maria Chiara’dan tapınağın hemen önünde dinlediğinizi ve bir sıra ilerinizde de Monaco Prensesi Caroline’in oturduğunu söylersem ne demek istediğimi rahatça anlayabilirsiniz...
Dört bin yıllık Lüksor Tapınağı’nda Aida Operası
PETRA’DAN PARİS’E KADAR
Konserden önce tapınağın gerisindeki tarihî alanda en baba protokolün uygulandığı oturmalı bir de akşam yemeği vardı ama o yemeğe katılabilmek için birkaç bin doları gözden çıkarmak gerektiği için masalara uzaktan bakabilmiştim....
Aida ve diğer operalar tarihî mekânlarda artık sık sık sahneleniyor ve başka memleketlerin benzer yerlerinde de şık akşam yemekleri ile kaliteli konserler veriliyor. Bunu sonraki senelerde Ürdün’ün Petra’sında, Lübnan’ın Baalbek’inde yahut Fransa’nın Versailles Sarayı’ndaki etkinliklere bizzat katıldığım için rahatça söyleyebiliyorum.
Tarihî mekân sahibi memleketler bu mekânları hem tanıtıma hem de para kazanmaya, kazandıkları parayı da bakım ve restorasyona harcarlarken bizdeki anlayışa bakın! “Efes’te böyle şeyler yapılamaz” diye bas bas bağırılıyor, mutlaka bahane bulma meraklıları hayatları sanki kral sofralarında geçmiş gibi masa düzenlemelerini beğenmiyorlar, akıllarına gelmediğinden olacak ki şimdilik mönüye falan müdahale etmiyorlar, Efes’i akşam yemeğine açan Kültür ve Turizm Müdürü’nü tebrik etmeleri gerektiği halde aleyhinde demediklerini bırakmıyor, üstüne üstlük “Ya buralarda düğün yapılmasına izin verilirse” diye paranoyaya kapılıyorlar!
Tekrar söyleyeyim: O izinler keşke verilse; nerde o günler!
CİDDÎ DENETİM RAHATLATIR!
Tarihî yerlerin masrafı bitmek bilmez, bir tarafı tamir edilirken öbür tarafı zangırdar, mekân parayı hortum gibi emer ve bakıma ayıracak bütçeniz yoksa sahip olduğunuz tarihî miras harabeye dönmeye başlar...
Dünya kadar memlekette bu etkinliklere ciddî tarifeler ve daha da ciddî denetimlerle izin veriliyor, meselâ İngilizler “National Trust” yani “tâcın malı” olan sarayları davetler ve toplantılar için kiralayıp en azından masrafı çıkartmaya çalışıyorlar, biz ise korumayı “el sürmeme”, “saklama” ve “kullandırmama” zannettiğimiz için İstanbul’daki Beylerbeyi, Küçüksu, yahut Ihlamur gibi kasırlara bile lâfın gelişi “müze” diyor ama aslında, “Sana dokunursam Allah da bana dokunsun” zihniyetiyle kilit altında tutuyoruz!
Ürdün’ün 2 bin 300 yaşındaki Petra’sında akşam yemeği
Beyefendiler, hanımefendiler, Efes’in ve diğer tarihî yerlerin dünyadan bîhaber gönüllü muhafızları! “İşleyen demir ışıldar” misâli eski mekânların kullanılmalarından değil, kullanılmamalarından korkun! Bu yerler etkinliklere açılır, uyulacak kurallar aklı başında şekilde belirlenir ve denetim de adam gibi yapılırsa hem mekân kurtulur, hem de kafanız rahat eder...