15 Temmuz'u unutturmamanın ilk şartı...
DARBE ve darbe girişimi mazimiz asırlar öncesine uzanır... Tarih kitaplarında geçen “padişahın tahtından indirilmesi” yahut “isyan eden yeniçerilerin sadrazamı azlettirmeleri” gibisinden hadiselerin aslında hepsi birer darbe, “isyanların bastırılması” da önlenmiş darbe teşebbüsleridir.
Bu örneklere asırlar değil, iki bin küsur sene önceki tarihimizde de rastlarız. Meselâ, babası Teoman’ı okla vurup öldürdükten sonra yerini aldığı söylenen Mete Han’ın bu yaptığı şayet gerçek ise basbayağı bir “darbe”, hem de “kanlı bir darbe” demektir ama sadece söylentiden ibaret ise “darbe” kavramının efsanelerimize kadar girmiş olduğunu gösterir.
Darbeler ve darbe girişimlerine milletçe işte böyle asırlar öncesinden âşinayız...
Asırlar boyunca “ihtilâl”, “inkılâp”, “hall” yahut “taklîb-i hükümet” vesaire gibisinden değişik isimler verilen ve aslında hepsi birer darbe olan dünya kadar hadise yaşadık ama bunların hepsinin ortak bir özelliği vardı: Hedef iktidar idi, masum halk değildi! Bu kalkışmaların hiçbirinde 15 Temmuz’da olduğu gibi halka silâh atılmamış, milletin üzerine kurşun ve bomba yağdırılmamıştı...
15 Temmuz’un fâilleri müesses nizamı devirmeye kalkışmalarının yanısıra asırlar boyunca riayet edilen bu geleneğe de son verdiler!
‘RESMÎ GÜN’ KİMLİĞİ ŞART!
Bu menhus hadise günlerdir lânetleniyor ve yarın çok daha büyük programlar yapılıp şehidler tekrar yâdedilecek...
Peki ama, 15 Temmuz’a ne isim vereceğiz?
15 Temmuz’un “Bayram” ilân edilmesi mümkün değildir, zira böylesine cinayetlerin yaşandığı bir günün isminin başına hangi söz ilâve edilirse edilsin “bayram” olması, akıllara ziyanın da ötesinde bir harekettir. “Matem” denecek olsa resmî takvimimizde böyle bir kavram yoktur, hattâ 10 Kasım bile resmen matem değildir.
Başka memleketlerde mevcut olan ve “commemoration day” denen günleri herhalde bilirsiniz... Resmî tatil olan o günlerde şehidler, gaziler, memleketin tarihindeki önemli zaferler yahut bozgunlar yâdedilir. Hristiyan memleketlerde “aziz” denen din büyüklerinin hatıralarını yâdetmek için resmî tatil olan başka “anma günleri” de mevcuttur ama böyle günler, bizde “İstanbul’un fethi”, “Filânca yerin kurtuluşu” yahut “Atatürk’ün falan şehre gelişi” gelişi gibi yerel çerçevede kalmıştır.
15 Temmuz’da yaşananların ve şehidlerin sonraki senelerde unutulmaması için, ulusal çapta işte böyle bir resmî düzenleme gerekiyor...
24 Temmuz Hürriyet Bayramı’nın musikili bahçelere düştüğünün ilânı...
24 TEMMUZ’U HATIRLAYAN VAR MI?
“Unutmak mümkün mü?” demeyin; önemli bir hadisenin yaşandığı günler resmî kimliğe kavuşmadıkları takdirde kısa değil ama uzun bir müddet sonra unutulmasalar bile heyecanlarını kaybederler ve bizde bunun örnekleri de mevcuttur.
Meselâ, artık çok az kişinin ve konunun uzmanlarının hatırlayabildikleri bir zamanların meşhur 24 Temmuz Bayramı...
24 Temmuz 1908’de İkinci Meşrutiyet ilân edilmiş, Sultan Abdülhamid otuz küsur sene boyunca kapalı tuttuğu Meclis’i yeniden açmaya mecbur kalmış ve o gün “ıyd-i millî”, yani “millî bayram” yapılmış, “Hürriyet Bayramı” olarak imparatorluğun dört bir tarafında senelerce kutlanmıştı...
Ama seneler geçti ve ilk zamanlarda coşku, coşkunun da ötesinde bir heyecanla sokaklara döküldüğümüz 24 Temmuz’u unutuverdik ve “Hürriyet Bayramı” zamanla 1931’de yayınlanmış bir gazeteden aldığım ve burada gördüğünüz ilânda olduğu gibi, Taksim’deki bir bahçedeki alaturka ve alafranga musiki programının reklâm vasıtası hâline geldi...
Dolayısı ile, 15 Temmuz’un asırlar sonra da hatırlanabilmesi için resmî takvim içerisinde bir kimliğe büründürülmesi gerekiyor...