Hani nerede Cumhuriyet'in anıt mimarisi?
HÜRRİYET Gazetesi mimarlardan, gazetecilerden, akademisyenlerden, turizm rehberlerinden, eleştirmenlerden, sabık politikacılardan ve daha başka meslek gruplarından yüz kişilik bir jüri kurmuş ve “Türkiye’nin en iyi 100 mimarî eseri”ni seçmiş.
Bu yüz kişinin takdirine mazhar olan yüz yapının listesini dün yayınladılar...
Hatırlarsınız, Hürriyet daha önce de böyle yüzlük desteler hâlinde seçimler yapmış, “Türkiye’nin en iyi 100 romanı”nı belirlemiş ama sadece bana değil, edebiyat meraklısı hemen herkese göre listede mutlaka yeralması gereken önemli isimlere, meselâ Refik Halid’e, Hüseyin Rahmi’ye, Cevat Şakir’e yer vermemişlerdi.
Bizde düzenlenen müsabakalar yahut böyle seçimler için oluşturulan jürilerin değerlendirme kıstası üç temel üzerine kurulur: Öncelik, eserlerin ve sahiplerinin kendi kliklerinden olup olmadıklarına ve ideolojik görüşlerine göre verilir; bunu tanıdıkların veya listede mutlaka yeralması gereken isimlerin ödüllendirilmesi şartı takip eder, eserlerin kalitesi ise en son sırada yeralır!
ÇATALHÖYÜK MİMARİSİ Mİ?
Dolayısı ile içerisinde Ayasofya’nın, Selimiye’nin, Divriği Ulu Camii’nin, Süleymaniye’nin ardından çarşıların, pazarların, üniversite kampüslerinin, yazlık sitelerin, kime ait olduğu hâlâ tartışılan Karatepe kazı alanı saçaklarının ve çok şükür yakında ortadan kalkacak olan Taksim’deki çirkinlik âbidesi AKM’nin “Türkiye’nin en iyi 100 mimari eseri” arasında gösterilmesinin sebebini tartışmak gereksizdir! Zira seçimde “hocamızın birkaç eserini koymazsak ayıp olur”, “modern Türkiye’nin mimarî anıtı” yahut “çağdaşlaşmanın simgesi” gibisinden düşüncelerin rol oynadığı bellidir ve Çatalhöyük ile ne olduğu hâlâ ortaya çıkartılamayan Göbeklitepe’ye de “en iyi yüz eser” arasında yer verilmesi belirlemenin neye göre yapıldığını açık şekilde göstermektedir.
Seçimi “Filânca eser listede neden yeralmamış?” veya “Falanca yapının ne özelliği var?” şeklinde eleştirmem gereksiz, zira liste çok daha önemli bir hususu apaçık ortaya koyuyor: 100 eserden şayet yanlış saymadımsa altmış beşini tarih öncesi, Bizans, Selçuklu veya Osmanlı yapıları; geri kalan otuz beşini de cumhuriyet döneminin bir-iki ciddî eseri ile beraber çarşı-pazar binaları, yazlık siteler veya kampüsler teşkil ediyor ve listede anıt mahiyetinde tek bir modern eser görünmüyor ise, Türkiye’nin çağdaş mimarisinde bir mesele, bir sıkıntı var demektir!
Ama işin aslı çağdaş mimarimizde sıkıntıların bulunması değil, o mimarinin bizde mevcut olmamasıdır!
SİNAN’IN MESLEKDAŞLARI!
Bugün Türkiye’nin tanıtımı maksadı ile hâlâ bin küsur senelik Ayasofya’yı, birkaç asır önce inşa edilmiş Sultanahmed’i, Topkapı Sarayı’nı, Peribacaları yahut Pamukkale gibi tabiat harikalarını kullanmamız ve tanıtımda bize ait tek bir çağdaş mimarî eserden istifade edemememiz vaziyetin vahametini zaten açık şekilde gösterir.
Üstelik, Hürriyet’in listesinde İstanbul’u son senelerde saran gökdelenler de yoktur!
Gökdelene karşı değilim, inşalarının şart olduğuna inanırım, hattâ İstanbul ve gökdelen konusunda çok daha başka türlü düşünürüm ve ne düşündüğümü bir başka gün yazaca- ğım ama bugün sadece listede niçin yeralmadıklarını merak ettiğimi söylemekle yetineceğim. Sebep 100 kişilik jürinin bu binaları “mimarî eser” kabul etmemesi mi, yoksa haberdar olmadığımız bir başka iş mi, kim bilir?
Tekrar sorayım: “Çağdaş” ve “modern” olduğu iddiasındaki Türkiye Cumhuriyeti kendini tanıtmak için hâlâ sultan saraylarından, haremden, hamamlardan ve Bizans yapılarından medet umuyor ise hani, nerede o yere-göğe koyamadığımız anıt eserleri vermiş olan “Çağdaş Cumhuriyet Mimarisi”?
Bunca yıl sonra hâlâ asırlar öncesinin nostaljisine sığınmak ve çarşı-pazar ile tatil sitelerini “mimarî şâheser” olarak göstermek, Mimar Sinan’ın hasbelkader meslekdaşı olanların büyük, çok büyük ayıbıdır!