Abdülbaki Hoca
TAM 35 sene olmuş...
25 Ağustos 1982’de ve belki de bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, Üsküdar’daki Seyyid Ahmed Deresi Kabristanı’ndaki 15-20 kişilik bir cemaat, bir cenazeyi defnetmişti.
Baki Hoca’nın, yani Abdülbaki Gölpınarlı’nın naaşını...
Cemaatin az olmasının sebebi, Hoca’nın vasiyeti idi. “Hiç bekletmeyin, beni hemen toprağa verin, öyle üniversite, filânca yer, bilmemneresi diye dolaştırmayın, katafalk falan kat’iyyen istemem, ille de vefat ilânı verecekseniz herşey tamamlandıktan sonra verin” demişti ve oğlu Yüksel ağabey, babasının vasiyetini en ince ayrıntısına kadar yerine getirmişti.
Abdülbaki Gölpınarlı, İhsaniye’deki evinde, çalışma odasında.
Bilmeyenler için, Gölpınarlı’nın kim olduğunu kısaca anlatayım: “Şarkiyat” ilminin ve tasavvuf tarihinin son üstadı idi. Boyunu fersah fersah geçen ve herbiri bugün hâlâ tek kaynak olan yüz küsur cilt eser vermiş, Şark klâsiklerinden bir o kadar tercüme yapmış, meselâ Mevlânâ’nın bütün eserlerini Türkçe’ye çevirip şerhetmişti.
Mevlânâ ile Yunus Emre’nin Türkiye’de şimdi bu kadar yaygın şekilde bilinip okunmasını, Abdülbaki Hoca’ya borçluyuz...
ÇOK ‘ELVİS ÂLİMİ’ VAR AMA...
Gençlerimiz ve Batı’ya açık entelektüellerimiz yabancı starların, meselâ Elvis Presley’in bilmem kaçıncı ölüm yıldönümünü, Michael Jackson’un ruhunu hangi gün saat kaçta ve nasıl teslim ettiğini yahut Marilyn Monroe’nun hayranlarına kaç uyku ilâcı içtikten sonra veda ettiğini ayrıntıları ile bilirler ama mesele kendimize ait “gerçek” şöhretlerimize ve âlimlerimize gelince çoğu maalesef tıntındır!
Abdülbaki Hoca konusunda da vaziyet böyle! Hoca’yı vefatının otuz beşinci yıldönümünde yakınlarının haricinde acaba kim hatırlayıp hakkında bir-iki kelime edecek dersiniz?
Bir bilim adamı düşünün: Üniversite mezuniyet tezi olan ve 1931’de yayınlanan ilk eseri “Melâmilik ve Melâmîler” ile doktora tezi “Yunus Emre” konularında hâlâ tek kaynak olsun, bunu yine aşılamamış olan dünya kadar başka eseri takip etsin...
Abdülbaki Gölpınarı’nın cenazesi: 25 Ağustos 1982, Seyyid Ahmed Deresi Kabristanı.
Bu şekilde bir “tek olma” şansı, herkese nasip değildir.
Memlekette son zamanlarda tuhaf, âlim olduklarını zanneden ve işin fenası buna inanan, etrafları kendilerinden de tuhaf bir güruhla çevrilmiş “Ben Hazretleri” havasında dolaşan bazı zevat türedi...
‘BEN HAZRETLERİ’ GÜRUHU...
Bu zevatın ana sermayeleri, etraflarındaki cühelâ grubuna kendilerinin “kutub” olduğuna inandırma çabası ile Abdülbaki Hoca’nın “Pek de bir şey bilmediği, tasavvuftan anlamadığı, üstelik inancının da farklı olduğu” yolunda bol bol herzeler yumurtlamaktır. Ama kendi alanlarında en basit bir bilgiye ihtiyaç duydukları takdirde etraflarına belli etmeden “Bu konuda Gölpınarlı ne demiş?” diye Hoca’nın eserlerine müracaat ederler!
Hoca ile ilgili tuhaf bir mesele daha var: Şuna-buna, kalıcı tek bir eseri olmayan hocalara ve eşe-dosta bol bol “armağan kitabı” çıkartan Türk üniversiteleri, Gölpınarlı için böyle bir yayın yapmayı düşünmedi, belki de yapmak istemediler. Abdülbaki Hoca’nın hatırasına tek bir armağan kitabı yayınlandı ama eseri bir Türk üniversitesi değil, rahmetli Prof. Şinasi Tekin ile Gönül Tekin’in öncülüğünde, Amerika’daki Harvard Üniversitesi çıkarttı.
İlim, Şark dünyasında hoca-talebe münasebeti ile devam eder, meselâ Abdülbaki Hoca, Fuad Köprülü’nün en kıymetli öğrencilerindendir ve Göpınarlı’nın edebiyat sâhasında yetiştirdiği talebe arasında en başta gelen kişi de, geçen sene kaybettiğimiz büyük tarihçi Halil İnalcık’tır.
Abdülbaki Hoca ile haftanın dört günü onun son ânına kadar beraber olduğumuz ve çok şey öğrendiğim o güzel zamanları hasretle, Hoca’yı da rahmetle yâdediyorum...